Kategori arşivi: Basketbol Eğitim

Göz Teması!

“Oğlum, neden pası attın?”

“Ağabey ben seslendim bakmadı”.

“Ağabey, ben duymadım”.

 Çok aşina olduğunuz bir durum değil mi? Özellikle altyapılarda… Oysaki pas vermenin birinci kuralıdır, “göz teması” ve bütün altyapı antrenörleri bunu sık sık oyuncularına hatırlatırlar. Göz teması yoksa pas vermeyin.

 Bazen de dikkat edilmez. Maalesef ki dikkat edilmez. Tekrarlanmaz. Oysaki altyapıda başarının sırlarından biridir tekrar etmek ve sabretmek.  Fundemental’in vazgeçilmezlerinden biridir “pas fundemental’i”.

 Top sürmek, topa hakimiyet kadar önemlidir. İstediğin kadar iyi top sür o pası veremezsen her şey başa döner.

 Sese pas atılmaz, çünkü sen seslendiğinde, arkadaşınla beraber, sahada ki herkes seni duyar ve o pas da çoğunlukla yerine ulaşmaz. O pası atmak yerine, bizde kalması çok daha mantıklıdır.

 Ya göz teması?  Paha biçilmez. Özellikle birbirini tanıyan oyuncular, back door cut lar da, hızlı hücumlara göz teması sağladığında savunma oyuncusu reaksiyon gösteremeden top ile buluşup sayı yapabilir.

 Bu sayede oyuncuların kötü pas atmaları ya da top kaybı yapmalarının önüne geçebilirken, A takım seviyesine gelindiğinde onlara altın bir bilezikte kazandırmış oluruz. Her yerde olduğu gibi burada da karşımıza bu işin mabedi olan altyapılarda çalışan antrenörlere büyük iş düşüyor. Altyapılarda öğretilen her bir doğru, o çocukların kariyerlerinde önemli bir taş olma özelliği taşıyor. Bıkmadan usanmadan her bir hatayı boş vermeden gidermeye çalışmak gerekiyor ve bunu yaparken bunu daha sonra düzeltiriz ya da bu çok önemli değil demeden yapmak gerekiyor.

 Bir sporcu A takıma yükseldiğinde bu ve benzeri hatalar yaptığında, koç “hemen senin altyapı antrenörün kim diye?” sorar. İyiler çabuk unutulabilir bununla beraber kötü yapılanlar hep akıllarda kalıyor.

 Çembere atılmadan dönülen her hücum hem takımın çembere atış oranını düşürecek hem de takımın moralini aşağıya çekecektir.

 Sadece göz teması olmadan pas vererek top kaybı yapmak mı bunlara sebep olacak? Basketbol bir bütün ve bu da o bütünün önemli parçalarından biri.

Emre Dağdelen

Yere Düşen Oyuncu


Maçlarda birçok defa gördüğümüz yaşadığımız pozisyonlar vardır. Kontrolsüz bir top vardır ve oyunculardan biri o topa atlar. Oyuncuya bir faul yapılır oyuncu yere düşer.  Buna benzer pozisyonlarda oyuncular yere düşebilir.

Peki siz takım arkadaşınız yere düştüğü zaman ne yaparsınız?

Bir önceki pozisyona takılı kaldığınız için kendinizle mi uğraşırsınız? Antrenörünüze bir şeyler mi anlatırsınız? Diğer takım arkadaşlarınızla mı konuşursunuz? Hakemle mi konuşursunuz? Rakip takımdaki oyuncu ile pozisyonu mu tartışırsınız? Tribünlere mi bakarsınız? Bunlara benzer eylemleri mi yaparsınız yoksa hemen onun yanına gidip elinizi mi uzatırsınız? Böyle bir pozisyonda takım arkadaşınızın yanına koşmanızdan daha önemli ne olabilir?

Sizce böyle bir pozisyonu gördüğünüzde takım olarak arkadaşınızın yanına koşmanız nelerin göstergesi olabilir?

BİZ TAKIMIZ…

Maç sahanın birçok yerinde doğru yapılan işler sayesinde kazanılır. Savunma yapmak, atmak, rebound almak ve diğer sayısal performanslar önemlidir. Bununla beraber takım olmak en önemli kazanma sebebidir. Eğer takımsanız, bencil olmazsınız, takım arkadaşınızın hatasını kapatmak için daha çok çalışırsınız, sahada birbirinizi motive edersiniz, birbirinize jest mimik yapmazsınız, en değerlisi ise birbirinize güvenirsiniz. Bilirsiniz ki hiçbir zaman yerden tek başınıza kalkmayacaksınız. Takım arkadaşlarınız sizin yanınızda olacaklar. Bunu bilerek oynayacaksınız. Bunu bilerek topa atlayacak, rebound alacak ve pozisyonlara gireceksiniz. Bileceksiniz ki o sahanın hiçbir yerinde tek başınıza kalmayacaksınız, takım arkadaşların bir yerde seni destekliyor olacak. Bu duygulara sahip bir takımda oynamak basketbolu daha da keyifli kılıp, hem takım olarak hem de kişisel olarak başarınızın artması sağlayacaktır.

Yere düşen arkadaşınıza uzatılan bir el bu kadar kıymetli mi?

Az bile yazmış olabilirim…

 

Pas Vermek

PAS ÜZERİNE..

Pas kavramı basketbol oyununun belki en kolay ama en beceri gerektiren bir parçasıdır. Sezgiler, hisler, drıbble da olduğu gibi pastada parmak ucu hassasiyeti, görebilme ve hedefe pası ulaştırabilme iyi bir konsantrasyonla ve çok ama doğru çalışıp mental olarak hazır hale gelerek olacak bir durumdur.  Genel anlamda pas kendi potamızdan hücum ettiğimiz potaya en kısa sürede gitmemizi sağlayacak en kestirme yoldur. Pas rakibin üzerine doğru diklemesine yapılırsa rakipte baskı yaratır. Özellikle hızlı hücum ve varyasyonlarında bunu uygulamak çok etkili ve rakip için direnç kıran bir öğe olacaktır.

Pasör kavramı tavladaki şah-mata benzer..Oyunun içinde rakibe mağlubiyeti kabul ettirebilecek en önemli hamlelerdendir.İsabetli ve sonuca götüren pas yüzdeleri bizi motivasyonel anlamda dirençli kılacağı gibi,rakibinde mental olarak çökmesini etken olacak başlıca bir unsurdur.

İyi pas, şutun yarısıdır… Bu söz ise isabetli bir sayı bulmak için bir önceki hamle olan pasın nedenli skora etken olacağının bir göstergesidir.

Pas seçimi..

Pasör ne zaman hangi pası vereceğini bilmelidir. Pas çeşitlerini, savunmanın konumuna göre ya da takım arkadaşının bireysel özelliklerine göre ortaya koymalı ve değerlendirmelidir. İyi bir pasör herkese aynı pası atmaz, atmamalıdır.. Takım arkadaşlarına ‘pası nereye istiyorsun’ diye sorabilmelidir. Örneğin bir oyuncu şut için topu tam göğsüne isterken, bir diğer topu bir başka noktadan alıp daha iyi şut attığına ya da drıbble ile penetre ettiğine inanır. Dolayısıyla pasör, takım arkadaşlarının hangi pas çeşidi ve yönüyle daha isabetli ofensif sonuçlara ulaşacağını bilmelidir.

İlk pasın önemi…

Özellikle hücum varyasyonuna başlayacağınız zaman hücuma attığınız ilk adımın pas olma olasılığı çok daha yüksektir.Özellikle pota altı oyuncuların ribaunddan sonra (maalesef ki fundamental yetersizliğinden dolayı) kısa oyuncuyu araması ve pas vermesi sonucu ilk pasın önemi daha da ön plana çıkmaktadır.Biliyorsunuz ki bir takımda çok fazla asist yapan oyuncu sayısına ulaşılamıyor.Dolayısıyla pas verme ve takım arkadaşına sayıya götürebilme olasılığının çok çalışmaktan daha ziyade sezgisel gücün kuvvetiyle olacağına inandığımıda belirtmek isterim.

Bu sporun her dalında böyle.. Futbol, basketbol, voleybol..Pasörlük bir yerde yetenek işi gibi gözüküyor.. Bir Jason Kidd ya da Steve Nash çok iyi izlenip analiz edilmeli. Özellikle bu oyuncular pas verdiklerin ayakları genelde hep yerdeBuraya dikkat!!! Sıçrayarak pas vermek tehlikeli ya havadayken pas atacağın adama baskı gelmişse,havadayken vakit dar maksimum 2 saniye havadasın ya top elinden çıkmazsa,ya sadece pasa konsantre olup sıçradıysan ve şut ihtimalin yoksa.. Ya bu havada kaldığın süre içerisinde istediğini gerçekleştiremediysen yere iki ayağınla düştüğünde ne olacak? Turnover.. Daha da ötesi basit top kaybı.. Oysa stop yapsaydın en kötü hand off tekniğini kullanarak gelip birisi alabilirdi topu.. Top senin kontrolünde olurdu.. Daha da  ötesi havadayken 2 saniyen varken yerde 5 saniyeye sahipsin.  En kötü ihtimal +3 avantajlısın. Topu elinde tutup 5 saniye beklemekte negatif bir durum. Ama sıçrayarak hedefine ulaşamayan bir pas karşısında kötünün iyisi gibi gözüküyor.. Yani en azından ayakların stop yapıp pas atacakken yapman gereken seçenekler çoğalıyor. Bu da avantaj 2..

Bu detaylar alt yapıya inmeli. Bu da dikkat 2..

Kemal Başaran


Altyapı – Çalışmak…

Çalışmak…

Hiçbir oyuncu aktif basketbol kariyerinin ne kadar süreceğini bilemez. Kendisini kimlerin izleyeceğini, izleyenlerin onu kaç idman ya da maçta izleyeceğini bilemez. Zevkli, bununla beraber zor bir meslektir basketbol oyuncusu olmak. Her hafta performansınız gözlemlenir. Nasıl savunma yaptı? Kaç sayı attı? Ve buna benzer birçok yazılı ve yazılı olmayan veriler ile oyuncunun performansı ölçülür.

Oyuncu her zaman oynamaya hazır olmalıdır. Aslında bir ödüldür maçta oynamak. Oyuncuya verilebilecek en büyük ceza “oynatmamaktır”. Bu ödüle ulaşmanın yolu ise çalışmaktır. İdmanların hakkını vermek, kaytarmamaktır.
Her oyuncu “süper star” olamayacaktır. Fakat bu her oyuncunun “iyi oyuncu” olabileceği gerçeğini değiştiremez. Bence her oyuncu, “iyi savunmacı”, “şutör”, “takım oyuncusu” olma özelliklerinin bazılarını ya da hepsini taşıyabilir.
Her oyuncu evet şut sokamayabilir, bununla beraber savunma yapabilir ya da takımına kenardan gelip destek olabilir, bu özellikler saymakla bitmez.

Her idmanda aynı disiplinle çalışan oyuncular zaman içinde geliştiklerini gözlemleyeceklerdir. Bu da onların maçlarda alacakları süreyi olumlu yönde etkileyecektir. Yaşıtlarına oranla daha fazla yetenekli olan genç oyuncuların bazıları, o yeteneklerinin ardına sığınarak daha az çalışırlar. O yetenekleri onları bir süre idare eder fakat yıllar acımasızca ilerler ve o oyuncu birde bakmış ki sığındığı yetenekler maalesef ki kendisine yetmez olmuş. Birde bakmış ki, aynı kaplumbağa ve tavşan hikâyesinde olduğu gibi kaplumbağa kardeş bu uzun maratonda onu geçmiş.

Altyapı oyuncularının en büyük hayallerinden biri şampiyona görebilmek ve orada iyi performansa gösterip, A takıma yükselme şanslarını arttırabilmektir. Tabii ki bu uzun bir yoldur. Yaz idmanları, hazırlık maçları, kendi bölgelerinde oynanan maçlar, oynadıkları il’e göre ya gruplara ya da direk şampiyonaya gitme ve bütün senenin emeğini o şampiyonada alma isteği. Yani çalışmak, çalışmak ve çalışmak…

A takımlarda ise her hafta aslında bir finaldir. Telafisi olmayan bir maçın kaybedilmesi, bir oyuncunuzun sakatlanması eğer takım değilseniz sizi zorlayacaktır. Bununla beraber her hafta gösterdiğiniz performans sizin kariyerinizin seyrini belirleyecektir. Bunu da, belirleyen şey çalışmak, çalışmak ve çalışmaktır…

İster altyapı, ister A takım seviyesinde olsun oyucunun çalışması onun kariyerinin ne yönde ilerleyeceğini belirleyecektir.
Çalışkan, yüreğini sahaya koyan, özelliklerini bilen oyuncular başta seyirciler olmak üzere kimsenin aklından çıkmazlar…

Emre DAĞDELEN