Kategori arşivi: Önder Akcollu

Turkish Airlines Euroleague TOP 16

 

 

TOP 16’ya yumuşak geçiş yaparken Ocak ilk hafta yapılacak kurada her takımın kaderini önemli ölçüde kendi şansı belirleyecek. 10 maç sonunda bazı takımlar öne çıkarken bazı takımlarda da bazı oyuncular öne çıktı. Takımlarımızdan Fenerbahçe Ülker’in ve Efes Pilsen’in birlikte TOP 16 yarışında devam etmeleri kendi adımıza en sevindirici sonuçtu diyebiliriz.

 

Öne çıkan performanslardan ziyade büyük hayal kırıklıklarının da yaşandığı bir sezon oldu bazı takımlar için. Özellikle geçen sezon Partizanla mucizeler yaratan Vujosevic’in CSKA ile olan ten uyuşmazlığı takıma tarihindeki en büyük utanç sezonlarından birini yaşattı.

Ruslar için iyi olamayan bu sezonda diğer bir temsilcisi Khimki’de TOP 16’ya dahil olamadan evi ne erken dönen ekiplerden biri oldu. Özellikle Keith Langford’un muazzam kişisel performansına rağmen bu istatistikler takımını bir üst kademeye taşımaya yeterli olmadı.

 

Rus sermayesinin sonuç vermediği sezonla birlikte göze çarpan diğer bir takımda 0 çeken efsane takım Cibona Zagreb oldu. Tamamen yerli kaynaklarla oynayan (Marcus Johnson hariç) ekibin kazanmasının yanı sıra hiçbir maçta kazanmaya yakın bile olmaması belki de en acı veren tablo oldu.

 

Kötülerin yanı sıra geçen sezonlara nazaran Olimpija ve Zalgiris’in toparlanmış görüntüsü basketbolseverlerin genelinde olumlu karşılanan durum oldu. Şampiyonluk yarışı çekilecek grup kuralarından sonra daha belirleyici olacak olsa da şansın yanında normal sezonda öne çıkan performanslara biraz dikkat çekelim.

 

 

 

Maccabi Electra

David Blatt ile birlikte bu sezon efsane Maccabi günlerini hatırlatan İsrail ekibi yerli kadrosuna çok iyi monte ettiği ve tam uyum sağlayan Amerikalı oyuncularıyla Final Four için ilk 10 maçta göz kırpmaya başladı. Sofoklis’in dominantlığı, Blatt’in Maccabi’ye uyumlu hücum sistemi ve bunun yanında çoğu takımın yapamadığı savunma direnci fark yaratan unsurlar oldu. Tabii ki önemli olan bunun TOP 16’da da sürmesi, Maccabi aynı istikrarı burada da sürdürürse Final Four için en tehlikeli arz eden ekip olabilir yalnız gözden kaçmaması gereken nokta Maccabi’nin durumunu çekeceği kura belirleyecek, normal sezondan daha dişli takımlarla karşılacak olan Maccabi şampiyonluk hayalleri kurarken bu hayali çok erken de suya düşebilir.

 

 

Caja Laboral

İspanyol basketbolunun lokomotif takımlarından olan Caja ülkeyi ve takımı çok iyi bilen Ivanovic ile birlikte istikrarını sürdürmeye devam ediyor. Teletovic’in liderliğiyle grubunda 2. olan Caja aldığı 5 mağlubiyetle TOP 16 için tehlike sinyali verdi. Her ne koşulda olursa olsun favoriler arasında yer alan Caja’nın durumunu da kura sonunda oluşacak şansı belirleyecektir.

Eski Caja rotasyonuna göre daha geniş rotasyon kullanan takımın bu yerine göre avantajı olarak düşünülebilir. Ancak dezavantaj olarak baktığımızda eskisine göre kalitesi ve tecrübesi bir basamak daha alt seviyede demek çokta yanlış olmaz. Caja’nın gençleriyle bu sezon ilk 8’e kalmak önemli bir başarı sayılabilir. Şansıda daha üst veya alt sırada bitirmesini belirleyecektir.

 

Olympiacos

Uzun bir aradan sonra yeniden takım çalıştırmaya başlayan Dusan Ivkovic’in yönettiği Olympiacos normal sezonu lider bitirerek Ivkovic’i utandırmadı. Yunan ekibi sadece Final Four değil şampiyonluk hedefiyle sezona başladı Teodosic’in takım içinde aldığı sorumluluk gün geçtikçe artarken başarısı da bununla birlikte paralel gelişme gösteriyor. Özellikle Yunanistan’da oynan maçlarda cehennem olacağı kesin TOP 16 için büyük kaygı taşımayan Olympiacos Final Four için adını şimdiden rezerve etmiş durumda.

 

Real Madrid

Büyük beklentiler içinde olan Real Madrid özellikle Messina’dan büyük başarılar bekliyor. Bunlar eğer bu sezonda gerçeğe dönüşmezse tehlike çanları takım içinde çalmaya başlayacaktır. Yapılan yatırımların sonuçlarının en fazla beklendiği sezon şüphesiz bu sezon olacaktır. Her ne kadar grup maçlarında sürükleyici bir performans çizmese de Madrid ekibi TOP 16 ve sonrası kendi kaderini çizmeye başlayacak. Uzun rotasyonu olağanın daha üzerinde kalitede olan Real Madrid’in özellikle kısa oyuncularda ve gardlarda önümüzdeki maçlarda sıkıntı yaşaması muhtemel. Messina’nın takımlarına garda yüklenen görev daha önceleri karşımıza çok sık karşımıza çıktı bundan dolayı bu pozisyondaki sıkıntı takım için şampiyonluk hatta Final Four hedefine bir nebzede olsun balta vuruyor.

 

 

Montepaschi Siena

Pianigiani ve öğrencileri kolektif basketbolun ve savunma ile nelerin başarılabileceğinin belki de uzun zamandır en iyi örneklerinden birini yansıtıyor. Geçen sezondan devam eden Kaukenas – Lavrinovic A.Ş. ile büyük isimler olmasa da büyük sonuçların nasıl alınabileceğinin dersini veriyor. Adı yine şampiyonluk için en üstte geçmese bile şampiyon olacak takımın kesinlikle geçmesi gereken bir takım olacağı bir gerçek.

 

 

Regal Barcelona

Son şampiyon grubunu her ne kadar 3. olarak bitirse de yine Final Four’un ve şampiyonluğun en önemli adayı olan Barcelona TOP 16’da vites yükselterek kendisinden bekleneni daha fazla vermek için salona çıkacak. Navarro-Rubio-Lakovic gibi en güçlü gard kombinasyonuna sahip olan Barcelona bu avantajını maksimum seviyede kullanmak için her şeyi yapacaktır. Pota altını Perovic ile sağlamlaştıran Pascual’ın ekibi kağıt üzerinde şampiyonluğun en ciddiye alınması gereken önemli favorilerinin başında geliyor.

 

 

Panathinaikos

Barcelona’ya geçen sezon emanet ettiği şampiyonluğu geri almak için mücadele eden Panathinaikos, Diamantidis’in göz kamaştıran performansıyla yoluna emin adımlarla ilerliyor. Grup maçları sonrası liderlikle kapatılan sezon Panathinaikos için umut verici oldu. Obradovic’in artık aldığı nefes kadar tanıdığı takımın en büyük avantajı beklide böyle kurt bir hoca ile çalışmasıdır. Tıpkı Barcelona gibi Final Four için şüphesiz en ciddi aday olan Panathinaikos’un bu yolda kolay veya zorluk derecesini TOP 16 grupları belirleyecek. Şampiyonluk için adı yüksek sesle anılsa da işi yine de hiç kolay olmayacak. Pota altı rotasyonunun daha zor maçlarda nasıl bir verim vereceği ise akıllarda oluşan en büyük soru işareti.

 

 

 

Fenerbahçe Ülker

Tanjevic sonrası yeni bir sayfa açan Fenerbahçe Spahija ile ilk ciddi sınavını oldukça başarıyla geçti. Özellikle Barcelona gibi bir takımı deplasmanda yenip grupta onun üstünde yer alması ciddiye alınması gereken bir takım olduğunun mesajıydı. Kendi denginde olan her takımı geçebilecek düzeyde olan Fenerbahçe’nin en ciddi handikabı TOP 16 sonrasındaki aşamada yeterli tecrübeye sahip olmaması diyebiliriz. TOP 16 ve sonrasını belirleyecek en önemli durum gruplardaki rakiplerin güç dengesi olacaktır, şanslı bir kura Fenerbahçe’ye tarihindeki ilk Final Four heyecanını bile yaşatabilir. TOP 16’dan ilk iki sırayı alıp ilk 8’e kalmak bile azımsanmayacak bir başarı olarak kabul edilebilir.

 

Efes Pilsen

Türk basketbolunun en önemli ismi olan Efes Pilsen geçtiğimiz yıllardaki vasat görüntüsünden kurtulmak için bu sezon biraz daha büyük ve farklı adımlar attı. Perasovic ile birlikte yaşanan değişim çoğu kişiye göre farklı algılanıp yorumlandı. Kimisi geçiş aşaması kimisi de başarısızlığın devamı olarak adlandırdı bu zamana kadar geçen durumu. Vujcic gibi üst düzey bir pivotla sezona giren Efes Pilsen Rakocevic gibi bir yıldızı da kadrosunda tutarak kağıt üzerinde korku yaratan bir takım imajı çizdi. Özellikle fantastik bir iç saha performansı sunan takım deplasmanda aynı istikrarı sergileyemedi. Takım içinde gardlardan Wisniewski’nin performansı çok tartışılırken onun açığını Kerem Tunçeri kapatmaya çalıştı. Kaliteli isimlerle bezenmiş kadro kağıt üzerinde iyi olsa da çok umut verici vaatlerde bulunmak şu an için çok erken potansiyel olarak bakarsak Final Four bile gelebilir ancak TOP 16’dan eve dönmekte pek şaşırtıcı olmaz. Hem takım içi uyum hem de rakip şansı Efes Pilsen için belki de eski günlerin dönüşü olacaktır.

 

Önder Akcollu

Euroleague 2010 Şampiyonu Barcelona

TOTAL BASKETBOL ŞAMPİYON…

Son zamanlarda meşhur tabir olan Total Futbol, Barcelona Futbol Takımı sonrası büyük kitlelere yayıldı. Özellikle ülkemizde Rijkard’ın Galatasaray’a gelişinden sonra hemen hemen her futbol programında istisnasız konuşulur oldu. Hollanda ekolünün dünyaya yansıması futbolda her oyuncunun (kaleci hariç) her mevkide maksimum verimle oynamasına dayanıyor. Bunu basketbola yansıtırsak sanırım her oyuncunun her mevkide oynama potansiyeli Litvanya ve Sırp ekolü olan basketbolcularda biraz daha fazla yalnız oyunun her iki alanında da hem hücumda hem savunmada en efektif oynayan takım dersek sanırım son sezonki Barcelona olur. Zaten futbol şubesinden etkilenerek kalıtsal bir başarı basketbola da bulaştı şüphesiz. Muazzam bir sezon geçiren takım Euroleague finallerinde de rakiplerini tam anlamıyla boğarak şampiyon oldu. Perşembenin gelişi her ne kadar çarşambadan belli olsa da bu takımdan daha büyük bütçeler kurup hüsran yaşayan çok takım olduğu da açık bir gerçek.
Barcelona uzun yıllardan bu yana savunma gücünü hücum potansiyeliyle bu kadar efektif bir araya getiren nadir takımlardan biri zaten sezon boyunca hem liginde hem Avrupa’da aldığı sonuçlar bunu teyit ediyor. Doğru bölgelere doğru parçalar eklemek ve bunları maksimum verimle oynatmak başarıyı getirdi. Tecrübeli ve genç kombinasyonunu da oldukça iyi harmanlayan takım tarihi bir başarıya imza attı. İşte bu başarı futbol takımıyla öyle özdeşleşti ki Messi-Rubio, Xavi-Navarro betimlemeleri sıkça yapıldı. Xavier Pascual ile böyle bir başarı elbette daha değerliydi çünkü bu isim diğer “kurt” rakipleri kadar kariyerli ve tecrübeli değildi hatta onu da Guardiola betimlemesiyle anlatsak sanırım yanlış olmaz.

CSKA maçında oyunun her anında kontrol elinde olup kendini zorlamadan enerjisini çok tasarruflu kullanarak nasıl maç kazanılırın resmini bize açıkça çizdiler. Bir oyuncunun değil her oyuncunun ortak katkısıyla büyük işler başaran bir iskelet kuruldu ve sistem işlemeye başladı bu önümüzdeki sezonda birileri gitse de muadil başarıların gelebileceğinin göstergesidir.  Özellikle Rubio ve Navarro’nun bu sezonki çıkışı başarının anahtarını hep ellerinde tutmalarını sağladı. Savunmanın nasıl yapılacağını adeta sezon boyunca ders niteliğinde izlettiler CSKA maçı da bunu teyit eder nitelikteydi. CSKA bir basketbol kültürü olmasına rağmen sezon boyunca ki istikrarsızlığının sıkıntısını bu maçta fazlasıyla yaşadı.

Partizan sezonun Barcelona ile birlikte en flaş takımıydı şüphesiz ve eğer o son saniyede Childress’ın basketi olmasaydı gönüllerin finalini izlemiş olacaktık. Oyuna fırtına gibi başlayan Partizan bir anda acaba dedirtecek kadar işlerin bir yenisine daha imza atmak için sahada olduğunun sinyalini verdi. Ancak birçok pozisyonda eşleşme sıkıntısı yaratan ve yaratıcı yeteneği fazla olan Olympiakos oyunu dengeledi ve muhtemel bir sürprize kolay kolay mahal vermeyeceklerini yansıttı. Yine de büyük hoca Vujosevic elindeki minimum kaynakla maksimum verimi elde ederek işi uzatmalara bıraktı ama kadro derinliği ve tecrübesi daha doğrusu takımın nefesi final için yeterli olmadı. Yine de Barcelona ne kadar takdir gördüyse en az Partizan’da o takdiri hatta bazı kesimlerce daha fazlasını gördü.

Üçüncülük maçında da işi kolay bırakmayıp yine kaderin bir cilvesiyle uzatmayla CSKA’ya mağlup oldu aslında galiptir bu yolda mağlup deyimi Partizan’a çok iyi yakıştı hatta gönüllerin şampiyonu demek hiçte yanlış olmazdı. Kecman ve McCalebb’i yeniden yıldızlaştıran Maric ve Vesely gibi iki genç ismi basketbola kazandıran ve elindeki isimleri en etkili nasıl kullanabilirin dersini veren bir takım ayakta alkışlanmayı hak etti.

Ve şampiyon; Barcelona sonuna kadar bunu hak ettiğini sezonun belki de en etkili oyunlarından biriyle ispatladı. Olympiakos’a nefes aldırmadan açık ara fark atan Barcelona adeta gözdağını bir dahaki sezon içinde rakiplerine verdi.

Son not; Barcelona’nın basketboldaki başarısını futbol takımıyla özdeşleştirirsek sanırım Bursaspor’un başarısını da basketbolda Partizan ile eşleştirmek pek yanlış olmaz. Bu sezonki bütün şampiyonlara(gönüllerin şampiyonları dahil) sonsuz tebrikler.

Önder Akcollu