Kategori arşivi: Yazarlar

Avrupalı All Starlar

Devşirme ordular. Orta Asya’dan Viyana kapılarına kadar giden Türklerin ordularındaki enerji küpleri. Müslümanlığı ilk kabul eden devlet olan Karahanlılar’ın ordularında bile Karahanlı olmayan kabilelerin kuvvetleri bulunurdu. İşte o Karahanlılar’dan Osmanlı’ya kadar Türkler ordularında devşirme kuvvetleri kullandılar.

NBA’de ise son moda devşirme uluslararası oyuncular. David Stern’in NBA’de ortak pazar ilan etmesiyle birlikte genişleyen lig, son olarak ülkelere özel günler yapmaya da başladı. Phoenix Suns- Los Angeles Clippers karşılaşmasında Türk gecesiyle birlikte bu gümrük birliğini bir kez daha gördük. Eh NBA’in en önemli organizasyonlarından biri olan NBA All Star hafta sonu da bu genişlemeden nasibini aldı. Toplam 24 oyuncunun mücadele ettiği büyük maçtaki oyuncuların tam 8’de 1’i Avrupalı oyunculardan teşkil ediliyor. Uluslararası oyunculara baktığınız bu oran %25’e kadar geliyor.

İşte biz de 3SAYI olarak sizlere All Star organizasyonunun; nasıl üniversal bir mevzu haline geldiğini, geçmiş yıllarda kimleri kimleri All Star ettiğini inceleyelim istedik. Bakın kimler geçmişte Avrupa’dan gelip, basketbol bayramında yerlerini almış.

NBA Über Alles

            National Geographic’in 2. Dünya Savaşı’yla ilgili belgeseli “Apocalypse”. Alman ırkının nasıl mucizeler yaratabileceğini ve ne kadar çabuk rezil olabileceklerini anlatıyor. Almanlar disipliner insanlardır fakat onlar da bizim gibi zaman zaman önemli düşüşler gösterebiliyorlar. Fakat Almanların NBA’deki iki temsilcisi hiç düşmediler.

Avrupa basketbolunu, Drazen Petrovic’ten sonra NBA mecrasında kanıtlayan en önemli ikinci basketbolcu. Dirk Nowitzki’nin 3 sürüm öncesi. Detley Schrempf. Onu NBA Europe Live’ın Almanya edisyonlarında sık sık görüyoruz. Şimdilerde pek sönük bir adam olsa da oyunculuğunun zirvesinde çok önemli bir adamdı. Tam 3 kez All Star olmayı başardı. Avrupa basketbolu için o dönemlerde bir devrimdi bu. Belki de Dallas’ın risk alıp Dirk Nowitzki’yi seçmesine cesaret veren adam da oydu. 1993, 1995 ve 1997 yıllarında All Star olarak çift yılları sevmediğini de gösterdi. Ona doyamadık ama olsun, gereken bütün özveriyi ortaya koymuştu.

Dirk Nowitzki için pek fazla şey söylemeye gerek yok tabii. Küçük bir cümle ile onun kariyerini ve Avrupa basketboluna katkılarını anlatabiliriz. “Dirk Nowitzki, NBA’de normal sezon MVP’si olan ilk Avrupalı oyuncudur. Tam 9 kez All Star olduğunu da eklersek ilmimizi sona erdirmiş oluruz herhalde. Gerçekten de “NBA her şeyin üzerindedir”.

Rik Smits’i Hatırlayanınız Var mı?

            Yazı için araştırma yaparken Rik Smits ismini görünce çok gerilere gittim. O, basketbolun total basketbol oyuncusuydu. Fakat biz o zamanlar ondan haberdar değildik. Hala da değiliz.

PSV takımıyla özdeşleşmiş Eindhoven kentinde doğan Smits, 2.24’lük boyuyla birlikte 2.29’luk Shawn Bradley’e çok benzetilmişti. Fakat Smits Bradley’nin aksine oyununa çok önemli özellikler katarak All Star olmayı başardı.

1998 yılında Indiana Pacers tarafından draft edilen Smits henüz ilk sezonunda büyülü hafta sonunun bir üyesi oldu. O gün NBA’in geleceğindeki önemli isimlerinden biri sayılan Smits, boyunun getirdiği fiziksel sorunlar nedeniyle 1999-2000 sezonunun sonunda basketbolu bırakmak zorunda kaldı. Gözlerimize 1998 All Star maçında Jayson Williams’a verdiği arkadan pasla birlikte sanatsal bir gösteri sunan Hollandalı oyuncu, kubbede hoş bir seda bırakarak NBA şovundan ayrıldı.

Franco ve De Gaul

            Birisi pota altında Franco kadar despot, diğeri Fransız lideri De Gaul kadar atılgan ve cesur. İspanyol Pau Gasol ve Fransız Tony Parker’dan bahsediyoruz tabii ki. NBA basketbolunun son dönemdeki en önemli isimlerinden ikisi. Gasol 3 kez All Star hafta sonuna dahil olurken Tony Parker’ı 2 kere izleyebildik. İkisi de Avrupalılaşmaya başlayan NBA’in en önemli iki figürü. Örneğin Gasol olmadan Kobe Bryant’ın şampiyon olabileceğini bana iddia edemezsiniz. Aynı şekilde Tim Duncan ve Manu Ginobili’nin de Parker’a zaruretleri olmadığını. Bu iki isim NBA’i çok daha güzel kılıyorlar. İyi ki Avrupa basketbolu NBA’e girebildi değil mi?

Diğer Hemşeriler

            Gelelim diğer Avrupalı hemşerilere. Vlade Divac, Peja Stojakovic, Andrei Kirilenko, Zydrunas Ilgauskas, Chris Kaman ve Mehmet Okur. Hepsi NBA basketbolunu bambaşka bir boyuta sokan isimler. Tabii ki en çok gururla izlediğimiz maç Mehmet Okur’un oynadığı maç. Şu an ki Mehmet’i gördükten sonra içiniz burkulmuyor mu? Umarım Türkiye All Star’a geri döner.

mehmetokur-andreikirilenko

Hazırlayan Erdi Aydemir

Bu yazı dergimiz için 2011 yılında hazırlanmıştır.

Bruce Bowen – Ron Artest

KELEPÇE BRUCE BOWEN – SERT KAYA RON ARTEST

“Hücum maç, savunma şampiyonluk kazandırır” derler. Dünya Basketbolu’ nun zirvesi olan NBA’ den geçen başrol süperstarların yanında, takımlarının savunma dirençlerini arttıran, rakibin en tehlikeli silahlarını durdurmayı temel prensip edinmiş seçkin oyuncular vardır. Belki seyirciler onların adını fazla haykırmaz, belki milyonlarca hayranları yoktur ama, onlar her zaman ellerinden gelen en büyük katkıyı yaparlar. Sizler için “3 numara” pozisyonunda oynayan ve daima rakiplerinin korkulu rüyası olmuş 2 oyuncuyu mercek altına aldık.

 

1)ÖZGEÇMİŞ

Bruce Bowen: Bruce Bowen Jr, 14 Haziran 1971’ de Merced- California’ da doğdu. Erken yaşta obezite sorunu ile boğuşan Bruce’ un ailesi, onu bu problemden kurtarmak için basketbol oynamaya teşvik etti. Sırasıyla Edison Lisesi ve Cal State Fullerton’ da forma giyen yetenekli oyuncu, daha sonra 93-97 yılları arasında Fransa Ligi’ nde oynamasının ardından Miami tarafında draft edilerek NBA kariyerine başladı. Ardından Boston Celtics, Philadelphia 76 ers, ve San Antonio Spurs’ te uzun yıllar başarılı performanslar sergiledi.

Ron Artest:  Ronald William “Ron” Artest, Jr, 13 Kasım 1979’ da Queens, New York’ da dünyaya geldi. Yaşadığı yerden dolayı zor bir çocukluk dönemi geçiren Ron, önce lisede(La Salle Akademi) daha sonra da 1997-1999 yılları arasında kolejde(St. John’ s Üniversitesi)’ nde basketbol oynadı. NBA’ e ilk adımlarını Chicago Bulls ile atan Artest, daha sonra Indiana Pacers, Sacremento Kings, Houston Rockets ve L.A.Lakers takımlarının formasını giydi.

 

2)YAŞ – BOY – KİLO – POZİSYON  

Bruce Bowen: 39 yaş, 2.01 m boy, 99 kg, 3 numara(Forvet)

Ron Artest: 31 yaş, 2.01 m boy, 118 kg, 3 numara(Forvet)

 

3)KARİYER ÖYKÜSÜ

Bruce Bowen:

  • Le Havre (1993-1994)
  • Évreux (1994-1995)
  • Rockford Lightning (1995-1996, 1997)
  • Besançon (1996-1997)
  • Miami Heat ( 1997 , 2000 – 2001 )
  • Boston Celtics ( 1997 – 1999 )
  • Philadelphia 76ers ( 1999-2000 )
  • San Antonio Spurs ( 2001 – 2009 )

 

Ron Artest:

  • Chicago Bulls (1999-2002)
  • Indiana Pacers (2002-2006)
  • Sacramento Kings (2006-2008)
  • Houston Rockets (2008-2009)
  • Los Angeles Lakers (2009-devam ediyor)


4)KARİYERİNDEKİ BAŞARILAR

Bruce Bowen:

3 x NBA Şampiyonluğu (2003 – 2005 – 2007)

5 x NBA En İyi Savunma Takımı (2004 – 2008)

3 X NBA En İyi 2. Savunma Takımı (2001 – 2003)

Ron Artest:

1 X NBA Şampiyonluğu (2010)

1 X NBA Yılın En İyi Savunma Oyuncusu (2004)

1 X NBA All-Star (2004)

1 X NBA En İyi 3. Takım (2004)

2 X NBA En İyi Savunma Takımı (2004-2006)

2 X NBA En İyi 2. Savunma Takımı (2007-2009)

1 X NBA En İyi Çaylak 2. Takımı (2000)

 

5)KARİYER İSTATİSTİKLERİ

Bruce Bowen:

NBA’de

 Normal Sezonda 873 maç;                                                Playoff’ta 135 Maç

6,1                                               sayı                                                            6,0

2,8                                            ribaunt                                                          2,7

1,2                                               asist                                                            1,3

0,8                                         top çalma                                                       0,8

0,3                                                blok                                                            0,5

 

Ron Artest

Normal Sezonda 706 maç;                                                Playoff’ta 67 Maç

15,2                                               sayı                                                         14,9

5,0                                            ribaunt                                                          5,0

3,1                                               asist                                                            2,9

2,0                                         top çalma                                                       1,6

0,6                                                blok                                                            0,7

 

6)TEMEL ÖZELLİKLERİ

Bruce Bowen:

*Sade ve gösterişsiz bir oyuncudur.

*Savunma konusunda uzmandır.

*Rakip takımın en etkili forvetini durdurma görevi her zaman onundur.

*Devamlılığı üst düzeydedir, kolay kolay maç kaçırmaz.

 

Ron Artest:

*Fiziksel açıdan mevkisindeki en güçlü oyunculardan biridir.

*Çok hızlı olmamasına rağmen savunma pozisyonunu çok iyi alır.

*Savunma yönü ön planda olsa da skor da üretebilir.

*Uzun kolları sayesinde hem top çalma hem de blok tehditi oluşturabilir.

 

7)ARTILARI

Bruce Bowen:

*Takımın işçisidir, hem görevini yapar hem de diğer oyuncuların savunma açıklarını kapatır.

*Hücum özellikleri çok gelişmiş olmasına rağmen gerekli yerlerde dış şutlarla cezayı keser.

*Oynadığı her takımda yıldız oyuncularla uyumlu performanslar göstermeyi başarabilmiştir.

*San Antonio Spurs’ ün şampiyonluklarına büyük pay sahibidir.

*Egosu hemen hemen hiç yoktur, geri planda kalıp işini yapmayı sever.

*Savunmanın temel prensibi olan çabuk ayaklara ve pozisyon bilgisine sahiptir.

*İstikrarlı bir oyuncudur. Her maçta takımına belli bir katkıyı yapar.

 

Ron Artest:

*Komple bir oyuncudur. Savunma yönü ön planda olmasına rağmen sezon ortalamaları 15-20 sayı civarındadır.

*Fizik üstünlüğü sayesinde savunduğu oyuncuları caydırma konusunda çok başarılıdır.

*Zor zamanlarda elini taşın altına sokup insiyatif almaktan çekinmez.

*Fazla uzun boylu olmamasına rağmen size avantajı ve pozisyon alabilmekteki hüneri sayesinde önemli ribaunt katkıları yapar.

*Hem dış şut, hem de penetre gibi skor opsiyonları vardır.

*Fizik üstünlüğü ve savunma yönü sayesinde takımının sertliğini ve direncini arttırır.

 

8)EKSİLERİ

Bruce Bowen:

*Savunma yönü çok gelişmiş olmasına rağmen hücum katkısı istenilen düzeyin altındadır.

*Forvet mevkisinde oynamasına rağmen şu tehditi ve yüzdesi çok yüksek değildir.

*Sezon ortalamalarına bakıldığında; asist ve ribaunt gibi isatistiklerde düşük seviyede kalmıştır.

*Savunma yaparken zaman zaman gereksiz sertlik ve çirkeflik yapmasıyla ilgili eleştirilmektedir.

 

Ron Artest:

*Indiana Pacers’ ta oynarken karıştığı kavgadan sonra aldığı ceza nedeniyle 2004-2006 arasında toplam 30 civarında maçta oynayabilmiş ve takımını yalnız bırakmıştır.

*Savunma yaparken bazen sertlik dozajını kaçırır.

*Spor kariyeri dışında magazinel haberlere de konu olmuş ve belirli kesimlerin antipatisini toplamıştır.

 

 

DEĞERLENDİRME

39 yaşına gelerek kariyerine nokta koyan Bruce Bowen, bilhassa San Antonio Spurs gibi “winner” bir takımda uzun yıllar oynamış olması nedeniyle, kariyer açısından bir adım önde gözüküyor. Ron Artest ise, bireysel istatistiklerdeki üstünlüğü ve henüz sonlanmamış olan kariyerine yeni başarılar ekleme potansiyeli ile dikkat çekiyor. L.A.Lakers gibi şampiyonluğa yakın bir takımda yer alması da Artest’ in daha kazanacağı başka zaferlerin olduğunu müjdeler nitelikte. Bu yetenekli savunmacılar çoğu zaman ikinci planda kalsalar da takımlarının başarılarında her zaman önemli paylara sahip oldular. İyi seyirler…

                  OKAN ÇARGA

12 Dev Adam Kadro Belli, Hedef Belli

A Milli Basketbol Takımımızın Avrupa Basketbol Şampiyonası Eurobasket 2011’de mücadele edeceği 12 kişilik oyuncu kadrosu belli oldu.

31 Ağustos 18 Eylül tarihleri arasında Litvanya’da gerçekleşecek olan Avrupa Şampiyonasında hedef olimpiyat oyunlarına gitmek ve madalya almak. Umarım Madalya’nın rengi bu kez altın olur. Bu potansiyele sahip olsakta işimiz hiç kolay değil. Rakiplerimizde en az bizim kadar güçlü ama iyi konsantre olup bunların arasından sıyrılmamız gerekmekte.

 

İşte kadroda bulunan 12 dev adam:

Cenk Akyol, Ender Arslan, Kerem Tunçeri, Sinan Güler, Emir Preldzic, Oğuz Savaş, Ömer Onan, Ömer Aşık, Ersan İlyasova, Hidayet Türkoğlu, Enes Kanter, İzzet Türkyılmaz.

 

Muhtemel İlk 5

Kerem Tunçeri : Milli takımızın 1 numaralı oyun kurucu. Onun iyi oynaması kazanmamız anlamına geliyor.

Ömer Onan: Kendini geliştirmenin yaşı yoktur buna en güzel örnek Ömer Onan. Kilit savunmacı ve en önemli dış skorerimiz.

Hidayet Türkoğlu: Artık basketbolu olgunluğuyla oynuyor , şut yüzdesi bizim turnuva sıralamızı belirler. Kaptanımıza güvenimiz sonsuz. Takımı en iyi şekilde yöneteceğine ve elinden geleni yapacağına eminim. Böyle kariyere bir de olimpiyat madalyası eklemesi gerekiyor.

Ersan İlyasova: İyi oyununa her zaman ihtiyacımız olan oyuncumuz. Skorer kimliğine ihtiyacımız olacak.

Ömer Aşık: Artık kendine daha çok güveniyor ve pozisyonları tek el smaçla da bitiriyor. Ancak oyuncumuza ikili oyun hazırlamak ve onu sürekli hatırlamak gerekiyor. Faul yüzdesi de gelişti. Umarım %65 üzeri atabilir. Bloklarla da pota altını kararması lazım.

 

Benç

Ender Arslan: Her ne olursa olsun oyuna bir enerji getirdiği kesin. Süpriz skor bulan oyuncumuz olabilir. Uzunlara da ikili oyun hazırlayabilir.

Sinan Güler: İşte gerçek enerji veren isim. Gerek savunması gerekse korkusuz içeri dalışlarıyla etkili olabilecek bir oyuncumuz.

Emir Preldzic: 3. oyun kurucumuz,  iki ve üç numaralı pozisyonlarda ihtiyaç duyulacak isim. 4 kısaya dönersek 4 numarada oynar. Ondan kritik sayılar ve savunma katkısı bekliyorum.

Cenk Akyol: Ondan bolca 3 sayı bekliyoruz. İsabetli her şutu oynama süresini arttıracaktır, savunmada adam kaçırmaması şartıyla.

Enes Kanter : Kendisini göstermesi için bundan daha iyi bir platform olamazdı. Tüm gücünü vererek NBA Draftının 3. numarası olduğunu göstermeli. Alacağı hucum ribauntları sonucu basket faullerini bekliyoruz.

Oğuz Savaş: Oğuz’a bu yıl çok iş düşecek. Çünkü artık 2. uzunumuz konumunda. Oyuna girdiğinde skor katkısı bekliyoruz.

İzzet Türkyılmaz: Kadrodaki uzun oyuncu sıkıntısından dolayı kendisine yer edinmiş genç pivot oyuncumuz. Pek forma şansı bulamayabilir ama kazanabileceği tecrübe ile kendini geliştirip önümüzdeki yıllar milli takımımıza hizmet edebileceğini göstermeli.

Koç Orhun Ene: Maçın başından sonuna kadar oyun disiplininden kopmadan takımımızı yönetmesi gerekiyor ve tabiki maç sayısı fazlasından dolayı rotasyonu iyi kullanmalı. Oyuncu seçimi konusunda sadece Furkan Aldemir / İzzet Türkyılmaz seçimi tartışılsa da ben Ona ve seçimlerine saygı duyuyorum. Değerli hocama ve milli takıma başarılar diliyorum.

 

12 Dev Adam’ın bizi yine gurulandırarak madalya almasını istiyoruz. Bu kez kolay olmayacak ama başarmak zorundayız. Grubumuz ve çapraz grubumuz çok zorlu buradan sıyrılırsak finale kadar önümüz açık. Ama önce bir şu grubu atlatalım..

 

A Milli Takım’ın A Grubu maç programı şöyle:

31 Ağustos Çarşamba: 17.45 Türkiye-Portekiz
1 Eylül Perşembe: 17.45 Türkiye-Büyük Britanya
2 Eylül Cuma: 21.00 Türkiye-Litvanya
4 Eylül Pazar: 17.45 Türkiye-Polonya
5 Eylül Pazartesi: 17.45 Türkiye-İspanya

 

Bekir Sıddık KOÇ


 

NBA Takımı Tutmak

NBA Takımı Tutmak

Birkaç ay önce, kardeşim ve birkaç arkadaşıyla birlikte evdeyiz. Muhabbet ediliyor. Nasıl olduysa konu basketbola, oradan da NBA’e geldi. Birkaç oyuncu isminden sonra, herkes işte bilindik, “ben şunu tutarım”, “ben NBA’den pek anlamam abi” tipi cümlelere başladı. Kardeşimin arkadaşlarından biri, “ben Bulls’u tutuyordum, ama eskiden” dedi. “Hah” dedim, “bir tane daha”.

Da, neyin “bir tane daha”sı. Şunun:”bahsi geçen dönemde başarılı ve popüler olan takımın ucundan taraftarı olan genç” profilinin. İçinde bulunduğumuz günlerde, bu hadisenin en elle tutulur örneklerinden birine şahit olmaktayız. Barcelona’nın yükselişiyle birlikte Facebook’ta profil fotosuna Barça logosu koyan, MSN iletisine “Messi!!” yazan tiplere her gün binlercesi katılıyor. İçten içe kazananın ve tanınanın tarafında olmak isteyen ham bünyeler, ismi, tarihi, karakteri, duruşu farketmeksizin, o anda kazanan pozisyonundaki takıma kancayı takıveriyor. Bahsettiğim gencin yaşı Bulls dönemine yetişmiyor bile. Gecenin köründe kalkıp 3 tane NBA maçı izlemiş midir, ondan bile emin değilim. Fakat aklının bir köşesinde, bir gün ortamda lazım olur diye “Bulls” imgesi yer işgal ediyor. Sonuçta çok sağlam olmasa da bir cevap verecek. Ufak da olsa söz hakkı olacak. Belki de o sayede kız tavlayacak abisi, ne malum. Zamanında Bulls’un kazandığı başarılar, belki o takımı hiç izlememiş olan biri tarafından kendi ufak çakallıklarına malzeme oluyor.

Bu konunun çözümü yok, çünkü belki Dünya yok olana kadar birileri bu spor dalları ile asgari düzeyde ilgilenecek ve sırf laf olsun diye bazı takımları tutacaklar. Gidip dövecek halimiz yok, ya da ne diyeceksin de ikna edeceksin, adam gibi takım tutmasını sağlayabileceksin?

Şuraya varıyoruz sonrasında: Birileri başarılı, popüler, kalburüstü takımları tutuyor, samimi olsun-olmasın. Peki ya kazananların haricindekiler? O takımları tutanlar enayi mi yani? İçten bir şekilde bir kulübe gönül vermek saflık mı? Cevap vermeye bile gerek yok. Daha geniş şekilde de ele alınabilir fakat, bizi ilgilendiren kısım NBA’le ilgili olanı.

Yıllar önce, daha toyken, çok garip gelirdi. Mesela kim diyelim, Los Angeles Clippers. Ya da Atlanta Hawks. Derdim ki, “yav bu adamlar galibiyet alamıyor doğru-düzgün, kim bakar bunların suratına”. Bu cümleler tabii, olaya tam olarak hakim olamamış, ilaveten meraklı bir bünyenin soruları. Ama bir yandan da etraftaki Lakers şampiyon oldukça 7 göbekten Los Angeles’lı kesilenleri gördükçe kafa karışıyor. İçinden diyorsun ki, “onlar yapar da ben niye yapamayayım, tutarım Lakers’ı olur biter”. Bunlar akıldan geçmiştir ama, bu satırların yazarı bir şekilde -ve iyi ki- San Antonio taraftarı oldu. Bunu öğrenen biri hemen diyebilir tabii, “sen de yüzüğe aldanıp Spurs’ü tutmuşsun bilader ne iş” gibisinden. Emin olun şampiyonluk ve/veya yıldız oyunculara kapılacak olsam, o dönem çok fazla seçenek vardı önümde. Neyse. 10 yıldan uzun bir dönemde, daha doğrusu Tim Duncan geldiğinden beri sürekli tepeye oynayan, ve bu dönemde de 4 kez zirveye çıkan Spurs, çok değil, 2-3 sezon sonra bu gücünde olmayacak-çok büyük ihtimalle. Kesin cümleler kuramayız, ligin gidişatı ne olur falan, o kısım bilinmez. Ama şunu biliyorum ki, o zamanında “Atlanta nasıl tutulur abi” sorusunu sormamızı sağlayan o vasat günler, bir şekilde karşım(ız)a çıkacak. 2-3 sezon sonra olur, daha sonra olur. Kritik nokta, kıyısından play-off’a girmeye çalışan (ya da daha aşağıda) bir takım tutmanın nasıl olacağı. Ve ben bir süredir kafamda bu endişeyle dolaşıyorum.

Gerçi şu var, Spurs 4 kez şampiyon olsa da, şöyle bir hatırlamaya çalışacak olursanız, neredeyse hiçbir zaman “şampiyonluk favorisi” olarak falan gösterilmedi. O yüzden belki bir açıdan keskin bir düşüş olmayacak, fakat aslında pek öyle değil. Popovich’in “Duncan bıraktığı zaman ben de bırakırım” şeklindeki sözleri, Spurs’ün bir süre sonra daha düşük profilli bir takım olacağının sinyallerini veriyor ve de taraftarın daha sönük günleri şimdiden beklemesi gerek.

Kendi adıma çok çok büyük sıkıntı olacağını sanmıyorum. Şu açıdan; Spurs havalı bir takım olmadı hiç. Yani final serisi bitip, sahada kupayı kaldırmayı beklerken yan yan tribünleri kesen “cool” adamların ağırlıkta olduğu, süper bir skorerin sürükleyip efsanelik kastığı bir takım olmadı. Yani kısaca, takımın da, taraftarın da çok “burnu kalkmadı”. O sebepten, bu 10 seneyi aşkın güzel günlerin ardından, hangi derecede olacağı şimdiden kestirilemeyen o düşüş, bir Lakers’ın Shaq sonrası zamanına benzemeyecek gibi. Sanki…

Kaç tane Spurs taraftarı şimdiden böyle bakıyor, ortalama veya ortalama-altı bir takım izleyeceği günleri öngörüyor bilemiyorum, ben böyle bakarak iyi mi yapıyorum kötü mü, onu hiç bilmiyorum. Düşünsenize bir, bu sene Spurs şampiyon oluyor. Kim sonrasını düşünür. Ama kupanın ardından Timmy “abi yeter, tadında bırakalım” çekip, arkasından da Pop yukarda söylediğini gerçekleştirirse, paçalar tutuşur. O başka.

Muhtemelen Duncan-Popovich sonrası dönemde Spurs taraftar kaybedecektir. Bu da işte NBA veya basketbol ile ilgili tutumların hangi yüzeyde seyrettiğine güzel bir gösterge. En sevdiği oyuncunun takım değiştirmesiyle tuttuğu takımı değiştiren, daha önce nefret ettiği yıldız oyuncu kendi takımına gelince onun fanı kesilen bünyelerle çevrili etrafımız. Bu örneklere bakınca, Duncan bırakınca Spurs’ü bırakacak basketbolsever sayısı da belli bir miktarda olacaktır. Bu kadar da kolay maalesef bu işler.

Başarısız günlerde takımının arkasında olmak, tabii ayrı bir fedakarlık örneği. Futbolda çok sömürüsü yapılır. Ama onun da içi boştur aslında. En ufak tökezlemede oyuncudan başlayıp hocaya, başkana kadar ana-bacı giden adamları görüyoruz. Onlara bi’şey olduğu yok, yine gelip keyiflerine göre sövüp-sayıp evlerine dönecekler. Bizim tuttuğumuz NBA takımının maçlarına gitme imkanımız yok malum, sonuçta sevgimizi ancak uyku düzenimizin içine ederek gösterebiliriz. Kaç tane futbol taraftarı bunu yapabilir misal?

Peki bu gerçekleşmesi kaçınılmaz düşüşün müsebbibi olan NBA düzeni hakkında ne demeliyiz? Olabildiğince övmeliyiz. Türkiye 1. futbol ligi ve La Liga’nın haline bakınca bunu daha iyi anlayabiliriz. Nadiren bazı takımlar en üsttekileri rahatsız edebiliyor. İspanya için bir yere kadar konuşabilirim ama burada sistem o “büyükler”in üstüne kurulu olduğu için, bir Anadolu takımı şampiyon olsa bile, üsttekilerin dokunulmazlığı pek sarsılmıyor. Medya ve başka unsurların desteği olmadan da onları sarsabilecek sağlam ve uzun süreli bir yapı oluşturmak imkansız gibi bi’şey. Fakat NBA, hemen hemen her takımın belli dönemlerde en azından Play-off oynamasına imkan veren bir düzen kurmuş durumda. Bu da, yukarda bahsettiğimiz gibi bir dönem şampiyonluklara koşmuş bir takımı, birkaç yıl sonra aşağılara çekebiliyor, uzun yıllar dipte gezen bir takımın da belli bir süre sonra yukarılara tırmanmasına imkan veriyor. Tabii bu tip yükseliş ve düşüşler, organizasyonların doğru/yanlış hamleleri ile farklılaşabiliyor. Yani eğer -misal- Spurs Duncan-Pop sonrası dönemi iyi yönetebilirse, en az play-off görmeye devam edebilir.

NBA’in bu düzeni, herhangi bir taraftarın yıllarca takımının en ufak başarısına şahit olmadan onu desteklemesi gibi bir ihtimali azaltıyor. Ülkemizde Anadolu takımlarını tutan insanlarla 10 dakika konuşursanız, bunun ne demek olduğunu anlarsınız.

Cem Tokatlıoğlu

 

 

Dallas’ın Playoff Öyküsü

Dallas Mavericks ve Dirk Nowitzki, onlar artık şampiyon.Parayla yapamayacakları birşeyi, yürekleriyle, yetenekleriyle yaptılar, tarihi yazdılar.Ama bu takım bu noktaya kolay gelmedi, her turda underdog olarak gösterildi.Öne geçseler bile en ufak tökezlemede işte gidiyorlar, moralleri bozuldu, bu takım play-off oynayamıyor gibi yorumlara maruz kaldı.Ancak bu takımın kimliğini değiştirdiğine, şampiyonluğa inandıklarına yüzükleri takıp dirk nowitzki’nin elinde kupanın havalandığında ikna oldular.

Koç Rick Carlisle’ın dediği gibi belki diğerleri kadar zıplmıyorlardı, belki onlar kadar hızlı koşmuyorlardı ama Dallas bir takımdı.

İşte bu da onların zafere giden yolu;

 

Dallas Mavericks 4 – Portland TrailBlazers 2

 

Seri öncesi yorumlarda, Dallas’ın favoriliğe en yakın olduğu seri buydu.Ancak Portland’ın yıldızı Brandon Roy’un sakatlığı bile Trailblazers’ı yarıştan düşürmemişti.Hatta sezon sonunda Dallas’la eşleşmek için büyük uğraşlar verdi Portland.Serinin geneline bakacak olursak, Portland’ın dev kısaları ve nerdeyse bütün takımın atletik özelliklerinin üst seviyede olmasıyla bir nebze önde olduğu doğruydu.Portland çok iyi bir savunma takımı kurmuştu.Alridge ve Marcus Camby pota altında topları kesmesi; Nicolas Batum, Gerald Wallace gibi harika savunma yapan kısaların  boyalı alanın dışında Dallas kısalarına geçit vermeyeceği düşünülüyordu.Savunmanın zayıf halkası gibi duran Andre Miller’ın da karşısında skor üretimi konusunda büyük sorumluluğu olmayan Jason Kidd’in olması Mavericks’in hücumda sıkıntı yaşayacağını gösteriyordu.

Serinin ilk maçında boyalı alanın tek hakimi Portland’dı ama dış atışlarda da bir o kadar felakettiler.buna karşın Dallas Mavericks boş şutu buluyor cezayı kesiyordu.

Nowitzki ne kadar iyi savunulsa da son çeyrekte 15 sayı gönderdi Portland potasına ve maçın kahramanı Kidd 6 üçlük bularak Dallas’ı öne geçirdi.

 

Serinin ikinci maçında bu sefer ortaya başka bi faktör çıktı; bench katkısı.Dallas Terry’i benchten oyuna sokuyor, Barea’ya topun kontrolünü veriyor, Peja’ya üçlük atırıyor, benchten çok çeşitli hücum organizasyonları getiriyordu.Yine de Alridge ve Andre Miller hücum performansıyla Porland’ı son çeyreğe kadar ayakta tuttu.Ama veteran oyuncu bolluğunun en çok etki ettiği yer olan son çeyrekte Nowitzki ilk maçtaki gibi ağırlığını koydu ve bu seferde Kidd’in ilk maçta yaptığını Peja Stojakovic’in yapmasıyla Dallas Texas’ta kayıp vermedi.

 

Serinin üçüncü maçında Portland bıçak sırtında çıktı sahaya.Dallas ilk iki maçta Kidd ve Stojakovic ile ekstra üçlükler bulmuştu, bu maçta da Portlandlı basketbolcular

Jason Terry’nin üçlüklerine engel olamadılar.Ama ilk kez bu maçta şut konusunda başarılı bir isim vardı, Wesley Matthews’in ekstra katkısı ve ilk iki maçın ardından eleştirilen Brandon Roy’un  ben dönüyorum mesajı verdiği performansıyla Portland biz yıkılmadık dedi Dallas’a.

 

Seriyi hatta şampiyonluğu Dallas kazandı ancak, Portland serisinin 4.maçında Portlandlı bi oyuncunun efsane performansına tanık olduk.Medyaya ilk iki maçın ardından haekttiği değeri göremediği için yakınan Brandon Roy, takımı 3.çeyrekte bir ara 23 sayı geri düşmüşken, sazı eline aldı.Takım arkadaşları oyunu bırakmış, yine şutları potayı döverken, Roy üst üstte hücumlarda isabet bulmaya başladı.Sayı atmadığında asist yaptı, 18 sayı 2 asist kaydetti son çeyrekte.Özellikle üçlük faulüyle maçı eşitliğe getirdiği ve son hücumda bulduğu maçı kazandıran basketle seyirciyi çılgına çevirdi.Ama her zaman hücum savunmada başlar.Dallas’a son çeyrekte sadece 15 sayı attırdılar ve seri 2-2 ye geldi.

 

Dallas taraftarının herhalde en korku dolu izlediği maçtır ilk turun 5.maçı, geçmişi hayal kırıklarıyla dolu bir takımın, yine tüm ipler elindeyken avantajı kaybetmesi, hep bilindik senaryolardı.Bundan sonra Dallas’ın direncinin kırılması ve yine süpriz(!) bir şekilde elenmesi gerekiyordu ama Dallas bu psikolojik savaşı bu sefer kazanan takım oldu.Kazandığı her maçta Nowitzki’nin yanına bir başka kahraman çıkaran Mavericks cephesinde bu sefer takımın çehresini değiştiren Tyson Chandler oldu.Hücum ribaundlarında yaptığı katkı ve Alridge savunmada dur demesiyle takımını tekrar ayağa kaldırdı.

 

İlk beş maç sonunda deplasmanda kazanan takım yoktu.herkes kendi evindeki maçları öyle ya da böyle kazanmıştı.Play-offların hamleye karşı hamle şeklinde olan düzeni gerçekten çok hoş.

Örneğin; bu seride Andre Miller ve Brandon Roy’un Terry ve Barea oyundayken Mcmillan oyuncularına post up a başlamasını söyleyince, Carlisle da alan savunmasıyla bu stratejiyi durdurarak hücumda bu ikiliyi oyunda tutabildi.İşte bu tip oyunlarla geçen seride Mcmillan hücumda istikrarı bir türlü bulduramadı takımına.Şut konusunda sürekli yenildiler, serinin son maçında da skoru dengeye getirseler bile maçın genelinde Nowitzki’yi durduramayınca Dallas Mavericks, zorlansa da

Batı yarı finaline çıktı ve beşinci maçta ayağa kalkarak büyük bir eşik atladığını gösterdi.

 

Dallas Mavericks 4 – Los Angeles Lakers 0

 

Eğer play-offları bir simülatöre oynatsaydık, yüzde 90 ihtimalle Los Angeles Lakers şampiyon olurdu.Ama gerçek hayatta yeteneğin yanında birçok öge devreye giriyor.İnanç, disiplin, rakibin zayıflıklarından yararlanma, oyun zekası.Aslında basketbol, futbol kadar fazla değişkenlere sahip bir oyun değil.Futbolda plana sadık kalsanız bile çok fazla ihtimal devreye giriyor, basketbolda güçlü olan güçlüdür.Seti iyi oynarsanız oyuncunun yeteneği bellidir o hücum sayı olur.Bu yüzden favorilerin kazanma ihtimali daha fazladır.Bu seride bu durumu değiştiren ilk şey arzuydu.Başarıya açlıktı.Dallas Mavericks başarıya aç bir takımdı, Los Angeles Lakers da ise konsantrasyon eksikliği direk göze çarpıyordu.Özellikle Pau Gasol ki bence hücum için Kobe Bryant’dan bile daha kolay bir sayı bulma yolu Lakers için, onun formundaki düşüş, dominantlığını kaybetmesi Lakers’ı çok etkiledi.

 

Bu seride yerden kalkmayı öneren Mavericks’in yeni bir özelliğini gördük.Pes etmeip, geriden gelebilmek.Serinin birinci ve üçüncü maçında Dallas geriden geldi kazandı.

İlk maçta ön plana çıkan üçlük isabetleri oldu.Dallas Jason Terry’nin zora soktuğu maçı şut isabetleriyle ortaya getirdi ve son hücumda Gasol’ün yaptığı basit hata ve Kidd’in çaldığı yopla maçı aldı.İkinci maçta ise Lakers’ın üçlük yüzdesi iyice dibe vurdu.Ayrıca Lakers’ın Bynum ve Gasol’den uzun dallarla kurulu sabunmasına rağmen penetre yoluyla bulunan sayılar Lakers’daki mental eksikliği ortaya çıkarttı.Oyuncuların yüzü oyunu çok iyi anlatır.Dallas ne kadar istekliyse, Lakers benchinde “sıkıntı vardı”.

 

Seri 3-0 ageldiğinde Kobe Bryant takımını ateşlemek için bikaç demeç verdi.Açıkçası 3-0 dan bir serinin verilmesi ne kadar imkansız gözükse de bir Dallas taraftarı olan ben bile hala içimde korku hissediyordum.Karşıda Kobe Bryant ve Phil Jackson var ve 5 yıl geçmesine rağmen o final serisine takılıp kalmış bir kafada izleyip yorumluyordu insanlar seriyi.Fakat dördüncü maç bir devrin kapanışı oldu.Lakers sadece bir çeyrek dayandıktan sonra havlu attı.Phil Jacson’ın başarılarla dolu kariyerine 36 sayılık bir mağlubiyet ve favori girdiği play-offlarda süpürülmek pek yakışmasa da oyunun kuralı bu, biri kaybederken biri sevinecek.Burdaki kritik nokta ise yenilmeyi hazmedebilmek.

Yenilgiyle büyüyebilmek.Dirk Nowitzki’nin atletik yeteneklerinin sınırlı olmasına rağmen her yenilişinde, her başarızsızlığında bir basamak daha çıktığını hepimiz görüyoruz.

Sırtı dönük oyun, sol turnike, şutunu mükemmelleştirmesi vs. Ama burdaki en güzel husus, başarıszlığı kabul etmek, Nowitzki’nin ne sahada çirkeflik boyutuna varan bir hareketi, ne de sansasyonel basın açıklamalarına tanık olmadık.Burda Nowitzki üstünden gitmem Lakers’ın bu seride karşılaştıklarıyla birebir karşılaşmış olması, Ron Artest’i ve Lamar Odom’u yaptıklarının dozajı yüzünden tenzih edebiliriz.Bu onları sütten çıkmış ak kaşık yapmaz ama Andrew Bynum’ın 4.maçta Barea’ya yaptığı faul gerçekten terbiyesizce bir hareket oldu ve Bynum’ın mental yönden ne kadar zayıf olduğunu gösterdi.Herşeyin sınırını bilmek önemli, bunun ucunu kaçırırsan yalnız kalırsın ki ben Bynum’a seyircilerin çok sıcak bakacağını sanmıyorum.Şunu sormak lazım, Lakers herkesi rahat rahat geçerken kendisine böyle mi muamele edilmiş, yoksa tebrik mi edilmiş.

 

Bu olumsuzluklara rağmen son maç yine de bir şölen gibiydi.Mavericks 19/28 atarak play-off takım üçlük rekorunu, Jason Terry 9/10 atarak play-off rekorunu egale ederken 4 maçlık bir seride 49 üçlük bulan Mavericks bu alanda da rekoru kırdı.Öte yandan Peja Stojakovic’ten beklenin üstünde katkısı göze çarptı.Jason Kidd ise seri boyunca zaman zaman Kobe Bryant’ı savunarak ilerleyen seriler için bizlere ufak sinyaller gönderdi.Ayrıca kariyerleri boyunca büyük maçlarda sinen Jason Terry ve Shawn Marion’dan gelen istikrarlı performanslar isteğin ve tecrübenin neleri değiştirdiği gösterdi.Portland serisinden önce daha ilk turda eleneceğini düşünen kitlenin düşüncesini, şampiyon olabilecekleri yönünde değiştirdi.

 

Dallas Mavericks 4 – Oklahoma City Thunders 1

 

Sanırım play-offların en keyifli yanı her seride başka hikayelerin yaşanması.Dallas – Oklahoma serisi de 90ların ortasından günümüze kadar gelmiş old school oyuncularla, NBAin yeni jenerasyonunu oluşturacak new schoolun kapışmasıydı.Lakers serisinden moralli ve dinlenmiş gelen Dallas hücumunu kusursuz hale getirmişti play-offlar boyunca.

Hani bakmadan pas atacakları oyuncunun yerini biliyorlar gibiydiler fakat uzun bir seri oynayarak gelmesine rağmen Oklahoma kusursuz hücumu gençliğiyle bozuyordu.Dallas topu çevirip boş şutu bulsa bile oraya yetişecek, el kaldıracak bir Thunders oyuncusu hep oluyordu.Ancak ironik şekilde elinde NBAin en skorer oyuncusunu bulunduran Thunders’ın seriyi kaybetmesinin asıl sebebi hücumdaki eksiliğiydi.

 

Basketbolda en önemli pozisyonun kalitelisi çok zor bulunduğu için pivot olduğu düşünülür.Ancak sevdiğim bir laf vardır, bir takım guardı kadar konuşur.Russel Wetbrook bu play-offlarda öyle bir performans sergiledi ki oyunda zekanın yetenekten daha önemli olduğunu açıkça gösterdi.Oklahoma City her pozisyonda kalburüstü savunmacılardan kurulmuş bir takım ama hücumda iki lokomotifle çalışıyor.Bu parçalardan biri bozuk olunca tren raydan çıkıyor.Russel Westbrook’un topu 15 saniye sektirip Tyson Chandler’ın üstüne doğru gittiği penetreler, yaptığı gereksiz top kayıpları, tek pas vermeden attığı jump shotlar niyeti ne kadar iyi olsa da takımını baltalayan, ritmini bozan hareketler oldu.

 

Dallas cephesindeyse Jason Kidd hücumda alışılmadık top kayıpları yapsa da savunmada çok büyük katkı verdi.Savunmanın akılla da yapabileceğini gösterdi.Kobe Bryant’dan sonra maçların son çeyreğinde Kevin Durant’ı ve Russel Westbrook’u başarıyla savundu.Tabii ki süper yıldızları durdurmak imkansız, Kevin Durant sayılarını attı ama maçların son dakikalarında Thunders hep Dallas’ın ve Dirk Nowitzki’nin gerisinde kaldı.

 

Texas’taki ilk maç Nowitzki ve Durant düellosu gibiydi, Alman yıldız 48 sayı attı ve tüm Thunders uzunlarını denize döktü.2.maçta alan savunmasına hücum etmeyi öğrenen Thunders benchten ve James Harden ekstra katkı alınca ev sahibi avantajını almış oldu rakibinden.Fakat kendi evinde konferans finaline çıkan Thunders’ın genç oyuncuları bir ortaokul takımından farksız sahaya çıkınca, ilk yarıda açılan farkı ufak ufak eritse de geriye gelemedi.Bu serinin en kritik maçı ise Oklahoma’da oynanan ikinci maç oldu.Son 5 dakikaya 15 sayı önde giren Thunders maçı verince seri de burda noktalandı.

 

Batı Konferansı Finallerinin Oklahoma adına en çok ön plana çıkan ismi ise James Harden oldu.Harden oyununa seviye atlatarak Kevin Durant’ın yardımcılığını Russel Westbrook’tan çok daha iyi yapabileceğini gösterdi.Oyun kurmada, gerektiği yerde skor üretmede açıkçası Oklahoma’nın Dallas’tan çok geride olduğu oyundaki akıl dengesini bir miktar eşitledi.Ayrıca Serge Ibaka da beklentilerin üzerine çıktı.Lige ilk girdiğinde blok yapıp, smaç basan bir pota altı savunmacısı olacağı düşünülürken, orta mesafe şutunu geliştirerek hücumda çok büyük katkılar verdi.

 

Seri genelinde Tyson Chandler’dan, Juan Jose Barea’dan, Peja’dan veya gelen ekstra bench katkılarından bahsedebiliriz.Ama denklemin eşitliğini bozan en büyük parça maç sonu oynama ve doğal olarak Dirk Nowitzki faktörüydü.Yaşlılık belki fiziksel olarak handikaplar getirebiliyor ama bunun yanında çok önemli bir şey daha getiriyor; tecrübe.Tüm play-off oynayan takımlar içinde parçaları en birbirine uygunu Oklahoma Thunders’tı.İyi savunmacılar, hücumcuları ve her pozisyonda zenginlikleri vardı fakat bunları tecrübeyle sentezleyip, doğru bir formülle sahaya yansıtmazsanız hep bi yerde tıkanırsınız.Koç Scott Brooks oyunculara abi rolünü ne kadar iyi oynasa da, oyun içinde ne yapması gerektiğine karar veremedi, Westbrok’u dizginlemekte zorlandı ve serinin en kritik maçında Dallas’a yumruğu indirmeyi başaramayarak seriyi kaybetti.Dirk Nowitzki de bu seride bambaşka bir boyuta geçti.Ben Michael Jordan’ın zamanına yetişemedim ama ilk kez bu seride bir oyuncunun bir takımı nasıl bitirebildiğini gördüm.Öyle bir kanı oluştu ki son çeyrek olduğunda Dirk Nowitzki her attığını sokacak artık Oklahoma ne yanıt vercek moduna giriyorduk.Ibaka, Perkin, Sefolosha, Durant herkes denedi Nowitzki’yi savunmayı, hepsinin ya üstünden şut attı, ya yanından geçti ya da faul problemine soktu.Nowitzki savunmasında başarılı sayabileceğimiz tek isim Nick Collison oldu.Hatta zaman zaman Nowitzki’ye dur dediğini bile söyleyebiliriz.Collison tarzındaki mücadeleci oyuncular, kısıtlı yeteneğine rağmen herşeyini feda ettiği için sempatik gözükür, bu seride de aldığı paranın hakkını verdiğini gösterdi.

 

Bu seri koç Scott Brooks’un yetersizliği ve Russel Westbrook’un mental eksikliklerini gösterdiği için Oklahoma organizasyonu için yararlı olduğunu düşünüyorum.Ellerinde Kevin Durant gibi bir skorer ve böyle iyi parçalar varken Thunders önümüzdeki on sezon bu seviyelere ve üstüne çıkabilir.Bu seride de ne kadar iyi oynarlarsa oynasınlar, son çeyrekte son şutları sokamadıktan sonra yaptıklarının bir anlamı kalmadığını öğrendiler.Açıkçası genç bir takım için iyi bir ders, çünkü tarih kazananlardan, Nowitzki’nin şutundan bahsedecek, Durant’ın kaçan şutundan değil.

 

Dallas ise bu seriyle beraber bir nevi Miami’ye karşı 5 yıl önce 2,5 – 0 dan verilen serinin intikamı ve tüm sezon verilen mücadelenin, eforun, sevincin, üzüntülerin meyvesini toplama şansını yakaladı.Dediğim gibi play-offlar her seride apayrı bir hikaye oluşturuyor bu da NBA’in güzel tarafı.

 

Oğuz UZUN

 

 

 

 

 

Sercan Topçu Röportajı

 

Bu ay Gelişim Koleji’nin başarılı, başarılı olduğu kadar, saygılı, centilmen oyuncusu Sercan Topçu ile röportaj yaptık. Öncelikle bize bu röportaj için izin veren Gelişim Koleji Kulübü’ne teşekkür ederim. Birkaç yıldan beri istikrarlı bir çıkış yakalayan kariyerinde birçok İzmir takımında oynayan Sercan Topçu’yu sizlere tanıtmaya çalıştık.

Sercan Topçu Ağustos 1985 doğumlu. Basketbola Oyak Renault altyapısında başlayan Sercan Topçu, yıldız milli takım forması giymeyi başardı. Oyak Renault A takımında 2 sene forma giydikten sonra, Tire Belediyesi, Aliağa Belediyesi, Bursa Basket, Bornova Belediyesi, Vestelspor takımlarında forma giyen Sercan Topçu, 2010–2011 sezonunda Gelişim Koleji forması altında mücadele ediyor.

 

 

3SAYI:Sercan nasıl bir kariyer planın var?

 

Sercan Topçu: Altyapılarda oynarken TBL’de oynama hedefim vardı ama yaş ilerleyince kuvvet olarak biraz güçsüz kaldım, A takıma çıktığım ilk yıllarda fazla süre alamayınca bu düşüncem değişti. Bununla beraber birkaç yıldan beri sürelerim artınca bu fikirlerim tekrar eski halini almaya başladı. Bursa Basket senesinde İsmail Beleş ile kendimi buldum, ertesi sezonda Bornova Belediyesi ile TB2L’den TBL’ye çıkınca kendime olan güvenimde arttı. Gün geçtikçe hedeflerim artıyor.

 

3SAYI:Kendine model aldığın oyun kurucular var mı?

 

ST: Özellikle asist ve şut özellikleri dolayısıyla Kerem Tunçeri ve Cüneyt Enden’i çok beğeniyorum.

 

3SAYI:İzmir’de oynamaktan mutlu musun?

 

ST: Evet, İzmir’de oynamaktan çok mutluyum, güzel arkadaşlıklar edindim, güzel dostluklar kurdum ve İzmir çok güzel bir şehir. Tire Belediyesinde oynadığım yıl İzmir’e çok gelemiyordum ama Aliağa Belediyesi’nde oynadığım sezon Bostanlıda oturdum ve İzmir’i daha çok sevdim, İzmirli gibi oldum zaten…

 

3SAYI:Daha önce birçok kulüpte görev aldın, peki senin gözünden Gelişim Koleji nasıl bir yapı?

 

ST: Namık Ağabey ile daha önceki sezonlarda da konuşmuştuk ama bu seneye kısmet oldu. Çok güzel bir yapı Gelişim Koleji. Kulübün içinde ki herkes çok sıcak, herkes birbiriyle diyalog halinde ve organizasyon çok iyi.

 

3SAYI:Kendinde beğendiğin ve beğenmediğin oyuncu özelliklerin neler?

 

ST: Özellikle asist yapmayı çok seviyorum çünkü takım arkadaşıma sayı arttırtmayı daha çok seviyorum. Bununla beraber 3 sayı çizgisinin gerisinden beklenmedik anda attığım ve isabet kaydettiğim şutları da seviyorum. Maç sonlarında ki kondisyon eksiğimi gidermem lazım, çok yorulduğumda bazen oyun görüşüm düşebiliyor.

 

3SAYI:Bugüne kadar oynadığın takımlarda en fazla sorumluluğu Gelişim Kolejinde mi alıyorsun?

 

ST: Oynadığım diğer takımlarda görev ve sorumluluklarım başkaydı ama Bursa Basket ve Gelişim Koleji’nde aldığım sorumluluk çok daha fazla ve belirgin. Bursa Basket’te kısıtlı bir bütçe ile mücadele ederken, Gelişim Kolejinde gerek bütçe, gerek hedeflerin yüksek olması, aldığım sorumluluğun değerini arttırıyor.

3SAYI:Takımdaki sorumluluğunun fazla olması, antrenörlerinin ve takım arkadaşlarının senden beklentilerinin yüksek olması seni hangi yönde etkiliyor?

 

ST: Kesinlikle pozitif yönde etkileniyorum. Üzüntülerimde, sevinçlerimde çok daha yüksek oluyor. Optimum TED Ankara Kolejliler maçında kaçırdığım faul atışı beni çok üzdü, onu atmam gerekiyordu. O an da mesela faul çizisine giderken, birinin seçilmesi gerekseydi ben kendimi seçerdim. Özgüveni yüksek bir oyuncuyum bununla beraber bu sene kulüpte güvenleri hissettirince tabii ki kendime olan güvenim daha çok arttı.

 

3SAYI:Deniz Atak ile çalışmak nasıl?

 

ST: Çalışma ortamı çok güzel, Deniz Ağabey’de bana çok şeyler katıyor, bu da giderek oyunumda ortaya çıkıyor. Özellikle oyunun sonlarında bana çok destek oluyor, ayrıca ben kendimi soğukkanlı ve sakin bir oyuncu olarak nitelendiririm, Deniz Ağabey benden kat kat sakin ve soğukkanlı.

3SAYI:Basketbola baştan başlasan hangi pozisyonda oynamak isterdin?

 

ST: Kesinlikle oyun kurucu olarak oynamak isterdim, çok mutluyum bu pozisyonda oynamaktan.

 

3SAYI:Türkiye’nin Dünya İkinciliği hakkında ne düşünüyorsun?

 

ST: Hazırlık dönemi maçları biraz sıkıntılıydı, bende takip etme şansı buldum. Fakat turnuvanın başlamasıyla iyi bir şeyler olacağını Türk halkına hissettirdiler. Yaptıkları savunma ve halkın desteği ile büyük bir başarıya imza attılar.

 

3SAYI:Bu sezon TB2L’yi nasıl değerlendiriyorsun?

 

ST: Kuralar çekiliğinde bende şaşırdım, bulunduğumuz grup oldukça zorlu bir gruptu. Birde şu açıdan bakmak lazım sürekli sert maç oynuyorsun, herkes birbirini yenebiliyor, hiç gevşeme şansın yok. Normal sezon sonunda da diğer gruptaki rakibimizle oynarken eminim ki bu sert maçların faydalarını göreceğiz. Bizimde mesela sezon başında yapılan eleştirilerde zor bir sezon yaşayacağımızı söylüyorlardı bununla beraber sezon başlayınca bu düşünceler değişti diye düşünüyorum. Öbür grup bizim grubumuza göre daha az zorlu bir grup hem grubun kendilerine göre artıları ve eksileri var.

3SAYI:Gelişim Koleji bu yıl oldukça genç bir organizasyona sahip, sende bu organizasyonda sanki “ağabeyliğe” geçiş yaşıyorsun, neler düşünüyorsun?

ST: Kesinlikle, öncelikle benden daha genç olan arkadaşlara bakınca kendimi görüyorum. Bende ilk A takıma çıktığımda bir şeyler olunca şaşırıp kalıyordum, tabii onlara kendi tecrübelerimden bir şey aktarabilmek çok güzel bir his. Ben genç oyuncu zamanımda Oyak Renault’da ki ağabeylerim bana nasıl davrandıysa bende şimdi öyle davranmaya çalışıyorum. O yıllarda ağabeylerim bana çok iyi davranıp, yardım etmişlerdi, bende o şekilde davranmaya özen gösteriyorum.

 

3SAYI: Allen Iverson’ın Türkiye’ye gelmesini nasıl yorumluyorsun?

 

ST: Allen Iverson’un Türkiye’ye gelmesi büyük olay. Ben ilk duyduğumda inanmamıştım. Tebrik etmek gerekiyor bence onu Türkiye’ye getirenleri.

 

3SAYI: TBL’de oturan bir Sercan mı? Yoksa TB2L’de oynayan bir Sercan mı?

 

ST: TB2L’de oynayan bir Sercan. Çalışıyorsun, çalışıyorsun, önündekiler de iyi oyuncu şans gelmeyince düşüyorsun. Tabii bu düşüncemin yaşla da çok orantısı var. Genç oyuncu olsam belki daha farklı düşünebilirdim.

 

3SAYI: Gelişim Koleji normal sezonu sence kaçıncı bitirir?

 

ST: Grupta şu an 10 maçta 5 galibiyetimiz var, bence 6. sıradan aşağıya düşmeyiz, ilk yarıda üstümüzde bulunan takımlara kaybettiğimiz maçlar var, ligin 2. yarısında bunları telafi edip daha üst sıralara çıkabiliriz.

 

3SAYI: Sercan vakit ayırdığın için teşekkür ederim, başarılar diliyorum.

 

ST: Ben teşekkür ederim, iyi çalışmalar…

 

Röportaj: Emre Dağdelen

TB2L’de Ya Yabancılar Olmasaydı?

 

 

TB2L’de her takımın saha içinde bir yabancı oyuncu bulundurma hakları olduğunu düşündüğümüzde, kadrosunda iyi bir yabancı bulunduran bir takımın ligdeki sıralamada önemli bir avantaj sağlayacağı kuşku götürmez bir gerçek.

 

Amerikalı oyuncu bütçeleri mevkileri ve tabii ki oyuncu özelliklerine göre farklılıklar göstermektedirler. Eğer maddi bir problem ya da alınmış bir kulüp kararı yoksa her takım kadrosuna yabancı oyuncu takviyesini yapıyor.

 

Ben inanıyorum ki lig yabancısız oynansa büyük ihtimalle sıralamalar farklılıklar gösterebilir. Evet, liglerde geçmiş yıllarda da olduğu gibi bu yıl da çok kaliteli yabancı oyuncular bulunmakta. Bu yabancı oyuncular ligi domine etmektedirler.

 

TB2L’ye ve hedefi 1. lige çıkmak olan takımlara baktığımızda hepsinin kadrosunda kaliteli yabancı oyuncular olduğunu göreceğiz. Bununla beraber bazı takımların yerli oyuncu kadrosu o kadar iyi ki yabancı oyuncu oynayamayabilir. Fakat bu çok az görülebilen bir durum. Genellikle antrenörler sezon başında takımlarını oluştururken, kendi oynatacakları basketbola göre, bir pozisyonu yabancı oyuncu ile geçerler ve bu tercihte genelde Amerikalı oyunculardan yana olur. Bazen öyle durumlar olur ki, yerli oyuncudan daha az bir kontrata sahip olan bir yabancı oyuncudan çok fazla beklentilere girilebilir.

 

Peki ya şu an da tüm yabancı oyuncuları takımlardan çıkartsak neler değişir? Etkili bir uzun yabancı oyuncuya sahip takımlara, rakip takımların yardım getirmek zorunda kaldığı durumlar ortadan kalksa ya da kısa ve adam geçme yeteneğine sahip kısa bir yabancı oyuncunun adam geçip sayı atma özelliğinden yoksun kalınsa, blokçu ve atlet bir uzun forvet’in ribaunt ve bloklarından yoksun kalınsa. Sanırım bu örnekleri arttırabiliriz.

 

Türkiye Basketbol Federasyonu’nun istatistiksel verilerine bakarsak, en çok sayı atan oyuncuların ilk 10’nun 7 tanesi yabancı oyuncu, ribaunt toplamında ilk 10 oyuncudan 9 tanesi yabancı, asist listesinin tamamı yerli oyuncu, blok listesinin ilk 10’undan 8 tanesi yabancı oyuncu. Bu istatistikler TB2L’nin 10. hafta maçları oynanıldıktan sonraki verilerdir.

İstatistik verilere baktığımızda asistleri yerli oyuncular, sayıları ve ribauntları ağırlıklı olarak yabancı oyuncular yapıyorlar diyebiliriz.

 

Ya olmasalardı? Şu an ki sıralama ne kadar değişebilirdi? Şu an da TB2L’nin en iyi kadrosuna sahip ekiplerinin başında gelen Optimum TED Ankara Kolejliler sanırım yine en üst sıralarda olurdu bununla beraber birçok takımın sıralamadaki yerinin çok farklı olacağını düşünüyorum.

 

Bir takımın maç başına ortalama örnek olarak 18 sayısını atan oyuncusunu ertesi maç kullanamayacak olsanız tedbir almak zorunda kalırsınız. Bunu ribaunt, blok gibi verilerle de pekiştirebiliriz. Ya herkes bu ve benzeri artılarını kaybetse?

 

Ben yerli oyuncuların kalitesinin TB2L’de oynayan bazı yabancı oyunculardan yüksek olduğuna inanıyorum bununla beraber, kadrosunda yabancı oyuncu barındırmak kulüplerin olaya bakışının bir göstergesi gibi görünebiliyor. Ben bunu da doğru bulmuyorum, çok ucuz maliyetli yabancı oyuncuların birçoğu sezon içinde problem yaşatabiliyor ve ona verilen süreler birçok oyuncunun süresini etkilemekte.

 

Evet görsel zenginlik kattıkları, ligin havasını değiştirdiği gerçeğini kabul etmeliyiz. Benim sizlere düşündürmek istediğim bir an sadece bir an, “ya yabancı oyuncu olmasaydı TB2L nasıl olur ve nasıl bir misyonu olurdu?

 

Emre Dağdelen

 

Turkish Airlines Euroleague TOP 16

 

 

TOP 16’ya yumuşak geçiş yaparken Ocak ilk hafta yapılacak kurada her takımın kaderini önemli ölçüde kendi şansı belirleyecek. 10 maç sonunda bazı takımlar öne çıkarken bazı takımlarda da bazı oyuncular öne çıktı. Takımlarımızdan Fenerbahçe Ülker’in ve Efes Pilsen’in birlikte TOP 16 yarışında devam etmeleri kendi adımıza en sevindirici sonuçtu diyebiliriz.

 

Öne çıkan performanslardan ziyade büyük hayal kırıklıklarının da yaşandığı bir sezon oldu bazı takımlar için. Özellikle geçen sezon Partizanla mucizeler yaratan Vujosevic’in CSKA ile olan ten uyuşmazlığı takıma tarihindeki en büyük utanç sezonlarından birini yaşattı.

Ruslar için iyi olamayan bu sezonda diğer bir temsilcisi Khimki’de TOP 16’ya dahil olamadan evi ne erken dönen ekiplerden biri oldu. Özellikle Keith Langford’un muazzam kişisel performansına rağmen bu istatistikler takımını bir üst kademeye taşımaya yeterli olmadı.

 

Rus sermayesinin sonuç vermediği sezonla birlikte göze çarpan diğer bir takımda 0 çeken efsane takım Cibona Zagreb oldu. Tamamen yerli kaynaklarla oynayan (Marcus Johnson hariç) ekibin kazanmasının yanı sıra hiçbir maçta kazanmaya yakın bile olmaması belki de en acı veren tablo oldu.

 

Kötülerin yanı sıra geçen sezonlara nazaran Olimpija ve Zalgiris’in toparlanmış görüntüsü basketbolseverlerin genelinde olumlu karşılanan durum oldu. Şampiyonluk yarışı çekilecek grup kuralarından sonra daha belirleyici olacak olsa da şansın yanında normal sezonda öne çıkan performanslara biraz dikkat çekelim.

 

 

 

Maccabi Electra

David Blatt ile birlikte bu sezon efsane Maccabi günlerini hatırlatan İsrail ekibi yerli kadrosuna çok iyi monte ettiği ve tam uyum sağlayan Amerikalı oyuncularıyla Final Four için ilk 10 maçta göz kırpmaya başladı. Sofoklis’in dominantlığı, Blatt’in Maccabi’ye uyumlu hücum sistemi ve bunun yanında çoğu takımın yapamadığı savunma direnci fark yaratan unsurlar oldu. Tabii ki önemli olan bunun TOP 16’da da sürmesi, Maccabi aynı istikrarı burada da sürdürürse Final Four için en tehlikeli arz eden ekip olabilir yalnız gözden kaçmaması gereken nokta Maccabi’nin durumunu çekeceği kura belirleyecek, normal sezondan daha dişli takımlarla karşılacak olan Maccabi şampiyonluk hayalleri kurarken bu hayali çok erken de suya düşebilir.

 

 

Caja Laboral

İspanyol basketbolunun lokomotif takımlarından olan Caja ülkeyi ve takımı çok iyi bilen Ivanovic ile birlikte istikrarını sürdürmeye devam ediyor. Teletovic’in liderliğiyle grubunda 2. olan Caja aldığı 5 mağlubiyetle TOP 16 için tehlike sinyali verdi. Her ne koşulda olursa olsun favoriler arasında yer alan Caja’nın durumunu da kura sonunda oluşacak şansı belirleyecektir.

Eski Caja rotasyonuna göre daha geniş rotasyon kullanan takımın bu yerine göre avantajı olarak düşünülebilir. Ancak dezavantaj olarak baktığımızda eskisine göre kalitesi ve tecrübesi bir basamak daha alt seviyede demek çokta yanlış olmaz. Caja’nın gençleriyle bu sezon ilk 8’e kalmak önemli bir başarı sayılabilir. Şansıda daha üst veya alt sırada bitirmesini belirleyecektir.

 

Olympiacos

Uzun bir aradan sonra yeniden takım çalıştırmaya başlayan Dusan Ivkovic’in yönettiği Olympiacos normal sezonu lider bitirerek Ivkovic’i utandırmadı. Yunan ekibi sadece Final Four değil şampiyonluk hedefiyle sezona başladı Teodosic’in takım içinde aldığı sorumluluk gün geçtikçe artarken başarısı da bununla birlikte paralel gelişme gösteriyor. Özellikle Yunanistan’da oynan maçlarda cehennem olacağı kesin TOP 16 için büyük kaygı taşımayan Olympiacos Final Four için adını şimdiden rezerve etmiş durumda.

 

Real Madrid

Büyük beklentiler içinde olan Real Madrid özellikle Messina’dan büyük başarılar bekliyor. Bunlar eğer bu sezonda gerçeğe dönüşmezse tehlike çanları takım içinde çalmaya başlayacaktır. Yapılan yatırımların sonuçlarının en fazla beklendiği sezon şüphesiz bu sezon olacaktır. Her ne kadar grup maçlarında sürükleyici bir performans çizmese de Madrid ekibi TOP 16 ve sonrası kendi kaderini çizmeye başlayacak. Uzun rotasyonu olağanın daha üzerinde kalitede olan Real Madrid’in özellikle kısa oyuncularda ve gardlarda önümüzdeki maçlarda sıkıntı yaşaması muhtemel. Messina’nın takımlarına garda yüklenen görev daha önceleri karşımıza çok sık karşımıza çıktı bundan dolayı bu pozisyondaki sıkıntı takım için şampiyonluk hatta Final Four hedefine bir nebzede olsun balta vuruyor.

 

 

Montepaschi Siena

Pianigiani ve öğrencileri kolektif basketbolun ve savunma ile nelerin başarılabileceğinin belki de uzun zamandır en iyi örneklerinden birini yansıtıyor. Geçen sezondan devam eden Kaukenas – Lavrinovic A.Ş. ile büyük isimler olmasa da büyük sonuçların nasıl alınabileceğinin dersini veriyor. Adı yine şampiyonluk için en üstte geçmese bile şampiyon olacak takımın kesinlikle geçmesi gereken bir takım olacağı bir gerçek.

 

 

Regal Barcelona

Son şampiyon grubunu her ne kadar 3. olarak bitirse de yine Final Four’un ve şampiyonluğun en önemli adayı olan Barcelona TOP 16’da vites yükselterek kendisinden bekleneni daha fazla vermek için salona çıkacak. Navarro-Rubio-Lakovic gibi en güçlü gard kombinasyonuna sahip olan Barcelona bu avantajını maksimum seviyede kullanmak için her şeyi yapacaktır. Pota altını Perovic ile sağlamlaştıran Pascual’ın ekibi kağıt üzerinde şampiyonluğun en ciddiye alınması gereken önemli favorilerinin başında geliyor.

 

 

Panathinaikos

Barcelona’ya geçen sezon emanet ettiği şampiyonluğu geri almak için mücadele eden Panathinaikos, Diamantidis’in göz kamaştıran performansıyla yoluna emin adımlarla ilerliyor. Grup maçları sonrası liderlikle kapatılan sezon Panathinaikos için umut verici oldu. Obradovic’in artık aldığı nefes kadar tanıdığı takımın en büyük avantajı beklide böyle kurt bir hoca ile çalışmasıdır. Tıpkı Barcelona gibi Final Four için şüphesiz en ciddi aday olan Panathinaikos’un bu yolda kolay veya zorluk derecesini TOP 16 grupları belirleyecek. Şampiyonluk için adı yüksek sesle anılsa da işi yine de hiç kolay olmayacak. Pota altı rotasyonunun daha zor maçlarda nasıl bir verim vereceği ise akıllarda oluşan en büyük soru işareti.

 

 

 

Fenerbahçe Ülker

Tanjevic sonrası yeni bir sayfa açan Fenerbahçe Spahija ile ilk ciddi sınavını oldukça başarıyla geçti. Özellikle Barcelona gibi bir takımı deplasmanda yenip grupta onun üstünde yer alması ciddiye alınması gereken bir takım olduğunun mesajıydı. Kendi denginde olan her takımı geçebilecek düzeyde olan Fenerbahçe’nin en ciddi handikabı TOP 16 sonrasındaki aşamada yeterli tecrübeye sahip olmaması diyebiliriz. TOP 16 ve sonrasını belirleyecek en önemli durum gruplardaki rakiplerin güç dengesi olacaktır, şanslı bir kura Fenerbahçe’ye tarihindeki ilk Final Four heyecanını bile yaşatabilir. TOP 16’dan ilk iki sırayı alıp ilk 8’e kalmak bile azımsanmayacak bir başarı olarak kabul edilebilir.

 

Efes Pilsen

Türk basketbolunun en önemli ismi olan Efes Pilsen geçtiğimiz yıllardaki vasat görüntüsünden kurtulmak için bu sezon biraz daha büyük ve farklı adımlar attı. Perasovic ile birlikte yaşanan değişim çoğu kişiye göre farklı algılanıp yorumlandı. Kimisi geçiş aşaması kimisi de başarısızlığın devamı olarak adlandırdı bu zamana kadar geçen durumu. Vujcic gibi üst düzey bir pivotla sezona giren Efes Pilsen Rakocevic gibi bir yıldızı da kadrosunda tutarak kağıt üzerinde korku yaratan bir takım imajı çizdi. Özellikle fantastik bir iç saha performansı sunan takım deplasmanda aynı istikrarı sergileyemedi. Takım içinde gardlardan Wisniewski’nin performansı çok tartışılırken onun açığını Kerem Tunçeri kapatmaya çalıştı. Kaliteli isimlerle bezenmiş kadro kağıt üzerinde iyi olsa da çok umut verici vaatlerde bulunmak şu an için çok erken potansiyel olarak bakarsak Final Four bile gelebilir ancak TOP 16’dan eve dönmekte pek şaşırtıcı olmaz. Hem takım içi uyum hem de rakip şansı Efes Pilsen için belki de eski günlerin dönüşü olacaktır.

 

Önder Akcollu

SİHRİN GERÇEK SAHİBİ

 

Süperman’in yanındayken, insanın en iyi yaptığı işe odaklanması her zamankinden daha kolay olmalı…

Toronto macerası istediği gibi geçmeyen Hidayet, ülkemizde düzenlenen Dünya Şampiyonası’ndan sonra Phoenix Suns’ın yolunu tuttu. Havasına, suyuna, oyun tarzına alışamadığı Toronto Raptors’ta bir önceki sezon Magic’i finale çıkaran oyuncudan çok uzak bir performans sergilemesinde ne kadar suçluydu bu da tartışılır tabii. Magic’te olduğu gibi topu eline alıp hücumu yönlendiremediği için oyuna katkısının düşmesinin yanında, Dwight Howard’dan çok daha farklı bir oyuncu olan Chris Bosh ile oynamaya alışamaması ve takımın saha içi komutanı olduğu Magic’tekinin aksine Raptors’ta bir şutör performansı göstermesinin beklenmesi Hidayet’in kötü performansını açıklamada kullanılabilecek mazeretler olarak sıralanabilir.

 

Raptors kariyerindeki en iyi maçını çıkarıp 26 sayı 11 ribaund ile oynadığı bir maçtan sonra da top elinde olduğunda daha iyi olduğunu söylemesi de Raptors’ta Hido’nun oyun yapısına neyin ters olduğunu anlatmaya yetecektir. (Youtube’da bu röportajın videosu uzun süre ilgi gördü, hatta adına fan club bile açıldı ama bunun sebebi Hidayet’in top isteği değil, röportajda kullandığı “ball” lafının Amerika’da çok daha farklı anlamlarda kullanılması. Her neyse…)

 

2010 Offseason’ında Amare Stoudamire’ı kaybeden Phoenix, Hidayet’i Toronto’dan kurtaran takım olacaktı. Barbosa ve Dwayne Jones karşılığında Phoenix Suns’a geçen Hido, Raptors kariyerini pek de tahmin edildiği gibi noktalayamıyordu.

 

Burada Suns yönetiminin Hido tercihi de bir tartışma konusu. Raptors’ta topu elinde istediğini belirten, topsuz oyunda etkili olamadığı bariz bir şekilde belli olan bir oyuncuyu, Steve Nash’in yanına koyduğunuzda iki saksıdan birinin kırılacağı gün gibi ortadaydı. Kırılan ne yazık ki Hidayet oldu. Sezon başında power forward olarak denen Hidayet, Amare Stoudamire’ın boşluğunu doldurmaktan çok çok uzaktı. Bunun yanında Hakim Warrick’in de gösterdiği performans ile benchten gelip Hidayet’in dakikalarını çalması, kısa forvet pozisyonuna çekilen Hidayet’in burada da etkili olamayıp yerini Grant Hill – Jared Dudley ikilisine kaptırması Suns günlerinin de sancılı geçmesinin en büyük sebebiydi. Bir buçuk sezon önce final oynayan takımın saha içi kaptanıyken, şimdi kontratı alıp yatan bir oyuncu gözüyle bakılıyordu. Hidayet’i bu durumdan kurtaran da eski takımı oldu.

 

2010 yazında free agent piyasasını karıştıran bir hamle ile Lebron James – Dwayne Wade – Chris Bosh üçlüsünü bir takımda toplayan Miami ve Big Three ile Boston Doğu’yu domine edecek gibi gözüküyordu. Hido gittikten sonra her geçen gün performansı daha da düşen Lewis ve Carter’ın varlığında etkinliği azalan Dwight Howard ile Magic’in bu ikiliye rakip olması oldukça zor gözüküyordu. Howard’ın homurdanmaları mı yoksa Shaq gibi onu da kaybetme korkusu mu bilinmez Orlando GM’i Otis Smith’i sezonun en çok ses getiren hareketlerinden birini yapmaya itti. Arenas, Jason Richardson ve Hidayet’i kadroya katan Magic bunun karşılığında Lewis, Gortat, Pietrus ve Carter’ı yolluyordu.

 

Burada akla gelen ilk soru şu olmalı: İki sene önceden bu yana ne değişti? Finale çıkmanın vermiş olduğu gaz ile Carter’ı kadroya katarken takımın yönetmenini yolladılar. Bunda kontrattan çok yeni yapılan salonu doldurmak istemenin de bir etkisinin olduğunu düşünüyorum. (O dönem) Carter ile Hidayet’i bire bir alıp karşılaştırdığımızda Carter elbette ağır basacaktır, ama şunu gördük ki Carter’ın Magic’e yaptığı katkı Hidayet’in yaptığı katkının yakınına bile yaklaşamadı. NBA Finalinin tekrarlayamamakla sonuçlanan bir buçuk yıl önceki hamleyi düzeltmek için hala şansları varken bunu kullanmak akıllıcaydı. Howard hâla ligin en etkili pivotu, bunun yanında ceza şutlarını atmakta ligin elle tutulur oyuncularından Richardson ve gününde olduğunda takımı tek başına sürükleyebilecek Arenas da artık takımda olduğunu gözden kaçırmamak gerekiyor tabii ki.

 

Hido zamanında ki Orlando hücumlarına bakarsak; hücumlar genellikle şu biçimde şekilleniyordu.

-Hido topu hücumda alır,en iyi yaptığı şey olan topu pota altındaki D. Howard’a indirir. Howard hücumu bitirir.
-Hido topu alır,pota altına doğru dribbling yapar,kendini savunan adamı geçebilirse ve Howard’ı tutan uzun yardıma gelmezse Hido sayıyı yapar. Yardıma gelirse zorlama bir şut veya pas ile Howard’ı bulur, Howard’da en iyi yaptığı işi yapıp potayı sallar.

-Hido pota altına doğru dribbling yapar. Hido’yu tutan oyuncu iyi savunma yapar ve atışa izin vermezse en boştaki dış oyuncuya topu çıkarır. Oyuncu topu potaya yollar. Hücumu bitirir.

Tüm hücumdaki olaylar bu şekilde gelişirdi. Hido oyunu okur ve ne yapması gerektiğine karar verirdi. Öyle ki son çeyreklerde inisiyatif alıp oyunu yönlendirmesi ile Mr. Forth Quarter lakabını kazanmıştı.
İşin savunma kısmına gelirsek; Orlando’dan ayrıldığından beri Hido savunma yapmıyor, adamını rahat geçiriyor ve yardıma gelemiyor diye herkes şikayetçi. Ama şu gözden kaçırılıyor: Orlando zamanında playoffta Boston’a karşı Paul Pierce’ ı, Cleveland’a karşı Lebron’ u, Lakers’a karşı Kobe’ yi tutan adam nasıl bu hale geldi? Bunun cevabını bulmak için Magic pota altındaki 12 numaralı insan azmanına bakmak gerekiyor. Hido 2.06 boy ve uzun kolları ile tuttuğu oyuncuya hem dış hem orta mesafeden kolay top kullandırtmayan bir adam fakat yanından içeri doğru rahat oyuncu kaçıran birisi. Bu noktada da Howard devreye giriyor ve Hido’nun tuttuğu adam pota altına kaçarsa Howard’a takılıyordu. Hidayet’ in tuttuğu oyuncu içeri girip Howard ile karşılaşmamak için dış ve orta mesafeden şut atmayı deniyordu. Hidayet’in  bu atışları karşılaması daha kolaydı.

 

Tabii her ne kadar pembe tablolar çizmek istesek de Magic’teki ilk maçları Hido açısından pek de kolay olmadı. Magic forması ile yeniden çıktığı ilk iki maçta Josh Smith ve Dirk Nowitzki ile sık sık karşı karşıya gelip, savunmada sıkıntı yaşasa da, Suns günlerinde 4 numara oynamasının etkisi var mıdır bilinmez bu ikiliye karşı fena iş çıkarmadı. Daha standart bir forvet tipi olan Jefferson ile eşleştiği Spurs maçında Magic forması ile seyretmeye alıştığımız Hidayet’ten örnekler verdi. 25 Aralık’ta yapılan Celtics maçı ise Hidayet’in geri dönüşünü ilan ettiği maç oldu. Oyunda kaldığı süre içerisinde Magic’in Celtics’e 30 sayılık bir fark atmış olması, maçın sadece sekiz sayı fark ile bittiğini de göze alınca Hidayet’in Magic için önemini, bu mesaj niteliği taşıyan maçta görmüş oluyoruz. Sezon başlayalı epey olsa da daha yeni form tutmaya başlayan bir Hido varken Magic ligin en iyi takımlarına bile kafa tutacak seviyede.

 

Hidayet özgüveni ve kondisyonu yerinde olduğunda ligin elit oyuncuları arasında olduğunu Raptors ve Suns maceralarının ardından Magic’te ortaya koyduğu performans ile kanıtladı. Umarız bir buçuk yıl önce yarıda bıraktığı işi bu sezon sonlandırıp Magic ile birbirleri için ne kadar değerli iki parça olduğunu hepimize kanıtlasın.

 

Gökhan Bayezit,

3SAYI dergisinin Ocak 2011 sayısında yayınlanmıştır.

 

Yere Düşen Oyuncu


Maçlarda birçok defa gördüğümüz yaşadığımız pozisyonlar vardır. Kontrolsüz bir top vardır ve oyunculardan biri o topa atlar. Oyuncuya bir faul yapılır oyuncu yere düşer.  Buna benzer pozisyonlarda oyuncular yere düşebilir.

Peki siz takım arkadaşınız yere düştüğü zaman ne yaparsınız?

Bir önceki pozisyona takılı kaldığınız için kendinizle mi uğraşırsınız? Antrenörünüze bir şeyler mi anlatırsınız? Diğer takım arkadaşlarınızla mı konuşursunuz? Hakemle mi konuşursunuz? Rakip takımdaki oyuncu ile pozisyonu mu tartışırsınız? Tribünlere mi bakarsınız? Bunlara benzer eylemleri mi yaparsınız yoksa hemen onun yanına gidip elinizi mi uzatırsınız? Böyle bir pozisyonda takım arkadaşınızın yanına koşmanızdan daha önemli ne olabilir?

Sizce böyle bir pozisyonu gördüğünüzde takım olarak arkadaşınızın yanına koşmanız nelerin göstergesi olabilir?

BİZ TAKIMIZ…

Maç sahanın birçok yerinde doğru yapılan işler sayesinde kazanılır. Savunma yapmak, atmak, rebound almak ve diğer sayısal performanslar önemlidir. Bununla beraber takım olmak en önemli kazanma sebebidir. Eğer takımsanız, bencil olmazsınız, takım arkadaşınızın hatasını kapatmak için daha çok çalışırsınız, sahada birbirinizi motive edersiniz, birbirinize jest mimik yapmazsınız, en değerlisi ise birbirinize güvenirsiniz. Bilirsiniz ki hiçbir zaman yerden tek başınıza kalkmayacaksınız. Takım arkadaşlarınız sizin yanınızda olacaklar. Bunu bilerek oynayacaksınız. Bunu bilerek topa atlayacak, rebound alacak ve pozisyonlara gireceksiniz. Bileceksiniz ki o sahanın hiçbir yerinde tek başınıza kalmayacaksınız, takım arkadaşların bir yerde seni destekliyor olacak. Bu duygulara sahip bir takımda oynamak basketbolu daha da keyifli kılıp, hem takım olarak hem de kişisel olarak başarınızın artması sağlayacaktır.

Yere düşen arkadaşınıza uzatılan bir el bu kadar kıymetli mi?

Az bile yazmış olabilirim…

 

Topa Atlamak!

  • Eve geldiğinizde anneniz eşofmanınızın yırtılmış olduğunu görünce merakla sorar ne oldu? diye
  • Kapıdan girersiniz ve anneniz dizinizin yara olduğunu görür, hemen telaşla sorar çocuğum ne oldu? diye

Bunlar en basit iki örnek sadece, sizin madalyalarınızın sadece iki örneği. Çoğu basketbolcunun bacaklarında parke yanıkları vardır. Bu yanıklar sizi farklı kılar. Sizin oyun karakterinizi ortaya koyan birkaç özellikten biride budur.

O oyuncular kimler midir?

Onlar bir topun maç demek olduğunu bilenlerdir. Onlar idman ya da maç fark etmeksizin mücadele etmeyi kendilerine ilke edinmiş oyunculardır. Onlar maçın skoru ne olursa olsun her zaman aynı şekilde davrananlardır.

O oyuncular her zaman örnek gösterilen ve örnek alınan, o oyuncular her zaman saygı duyulan oyuncular olarak görülecek ve anılacaktır.

İdmanda ya da maçta canınızın acımasını mı?

Ya da o topa atlasaydım maçı kazanır mıydık? O topa atlasaydım acaba antrenörümün bana bakışı değişir miydi? Diye düşünmek mi?

Hangisini tercih edersiniz?

Sadece bir topa atlayarak mı bunlar olacak?

O bir top size maçı getirebilir. O bir top hata yapan takım arkadaşınızın hatasını kapatmak anlamına gelebilir. O bir top maçı izlemeye gelen çocukların sizi örnek almasını sağlayabilir. O bir top sizi yaşıtlarınızdan ayırabilir.

Parke de önünüzden kontrolsüz yuvarlanan bir top geçtiğinde, tercih sizin

O bir top sadece bir pozisyon değildir, sizin ruhunuzu da sahaya yansıtandır.

Emre DAĞDELEN

 

 

Takasın Boston Celtics Ayağı

Bir önceki yazımızda Boston-Oklahoma takasını Thunder tarafından incelemiştik. Şimdi Boston tarafına bakalım. Thunder yazısını da sitemizden bulabilirsiniz.

 

LeBron’un Cleveland’dan ayrılmasının etkileri tüm NBA üzerinde hala devam ediyor. Carmelo’nun takasını istemesi, Utah’ın Derron Williams’la sözleşme yenileyemeyeceğini düşünüp takas etmesi LeBron’un takım değiştirmesinin hem oyuncular hem de takım yöneticileri üzerindeki etkisinin göstergesi. Boston Celtics’de takas sezonunun sonundaki galeyana katılıp, bu örneklerden etkilenerek sezon sonunda sözleşmesi bitecek olan Kendrick Perkins’i takas etti. Takım’ın yıldızları özellikle yaşlı 3 ‘lü bu takastan son derece mutsuz.

 

Nate Robinson’la Kendrick Perkins , 1. tur Draft hakkı Jeff Green ve Nenad Krstic karşılığında Oklahoma’ya gönderildi.

 

Nate Robinson takım oyuncusu olmayı başaramamasından dolayı ilk beşte point guard pozisyonunu emanet etmek isteyeceğiniz türden bir oyuncu değil. Ancak sahada enerjiyle oynuyor ve kenardan direkt skora katkı yapabilecek bir isim. Bench oyuncusu olarak değerli bir oyuncu ancak onun sorunu kafasında ve bazı maçlarda takıma yarardan çok zarar veriyor.

 

Robinson’un takas edilmesinin nedeni Delonte West’in iyileşmesi. Ancak Delonte West’de kafasındaki sorunlar nedeniyle potansiyelini yansıtamayan oyunculardan. Yine de playoff havasında konsantre olup takıma iyi katkılar verebileceğini düşünüyorum. İyi bir savunmacı, Celtics kadrosunda süre almak için birinci etkende bu zaten. Takımı oynatma konusunda ilerleme kaydeden ve şut sokabilen bir oyuncu.

 

Playofflarda hava oldukça farklıdır. Takımlar birbirleriyle 7 ila 4 arası maç yapacakları için özel olarak hazırlanırlar. Rondo sahadayken onu boş bırakan ve bu şekilde savunma yapmaya alışan takımlar Delonte West oyuna girdiğinde onu birazcık bile riske ettikleri anda cezayı yiyeceklerdir. Eğer West kendisini basketbola verirse Robinson’un yokluğu hiç aranmayacaktır çünkü Carlos Arroyo ile de sözleşme imzalayarak Boston 1 numarada yedek sayısını 2 ye çıkardı.

 

Kendrick Perkins ise şu anki kadro yapısında yeri çok zor doldurulacak bir oyuncu. Orlando Boston’u zorlayabilecek bir takım değildi. Her ne kadar 2009’da Perkins sahadayken Orlando Boston’u elemiş olsa da Kevin Garnett’in yokluğunu çok büyük bir etkendi. Şu an hala Boston takımının en önemli parçası Kevin Garnett. Boston Orlando karşısında zorlanmıyor çünkü Perkins Howard’ı birebir savunabiliyordu. Hücumunun temeli topu Howard’a indirip gelecek ikili sıkıştırma ve yardımları sonucu oluşan boş adamı bulmak olan Orlando’nun sistemini Perkins tek başına çökertebiliyordu. Dwight Howard bu yıl hücumunu oldukça ilerletmiş ve pota altında ayak hareketleriyle savunması geçebilecek duruma gelmiş olsa bile Perkins onu en azından yavaşlatabilirdi.

 

Perkins’in gidişi genel olarak pota altı savunmasını da tabi ki kötü etkiledi. Zaman zaman aşırıyı kaçan derecede sert bir oyuncu olan Perkins içeriye girmeye cesaret edenlere sayıyı durduramasa bile gereken cevabı veriyordu. İçerideki sert Perkins’le karşılaşmamak için Boston maçlarında bazı korkak dövüşen oyuncular içeri dalmaya cesaret edemiyordu. Boston bu silahını kaybetti. Kevin Garnett rakipleriyle çok fazla sert temasa girmek istemeyecektir. Vücudunun yıllarca taşıdığı yük ve geçirdiği sakatlıklardan sonra kendisini birazcıkta olsa sakınması hem onun hem de takımının daha fazla yararına olacaktır.

 

Perkins’in gidişi bir başka olası eşleşme olan Lakers finalinde de Boston’un şansını düşürdü. Gasol ve Bynum ikilisi sahada ikiz kuleler gibi dikilerek rakiplerine büyük sorun çıkartıyorlar. Andrew Bynum daha az skor seçeneği olan bir takımda rahatlıksa 20 sayı ortalama tutturabilecek bir oyuncu ve sağlıklı bir Bynum’la Lakers diğer takımlardan daha önde oluyor. Sayı atmayı NBA tarihinde en çok sayı atmış adamdan öğreniyor. Karem Abdul-Jabbar’ın özel koçluğunu yaptığı Bynum 2.13 boyunda 130 kiloluk çok uzun kollara sahip dev bir cüsse. Bynum-Gasol ikilisini en iyi savunabilecek oyuncular Garnett-Perkins iken bu ikili bozuldu.

 

Bu yazdıklarımızı Danny Ainge’de tabiki de biliyor ve görüyor. Jeff Green’i getirmesi takımın geleceği için bir yatırımdı ve şimdiyi çöpe atmışta değiller. Rondo’nun 86 doğumlu olduğunu unutmayalım.

 

Danny Ainge bu takası yaparken sakatlıktan dönecek Shaq ve Jermaine O’neal’ı düşünüyordu. Boston’a katılmasıyla birlikte Shaq savunmaya daha fazla önem vermeye başladı. Hala bu ligdeki herkesten daha büyük ve daha güçlü… Ancak yaşlanan ayakları, pota altı hareketlerine sahip olan ‘yeni Dwight Howard’ı durdurmaya çalışırken ona güçlük çıkartabilir. Howard Shaq’tan bi anlık kurtulabildiği pozisyonlarında çabuk ayaklarıyla potaya daha çabuk ulaşıp Shaq’ın kendisine yetişmesine izin vermeyecektir. Aynı şeyi Bynum içinde söyleyebiliriz.

 

Jermaine O’neal ise çok ağır sakatlıklar geçirmiş bir oyuncu ve eski günlerini neredeyse mumla aratıyor. Onunda dizleri peynire dönmüş durumda ve ayakları yavaşladı. Ancak Jermaine savunma yapmayı bilen ve iyi savunma yapan bir oyuncu. Kısacası Perkins’in gidişinin ne kadar büyük bir kayıp olacağını Jermaine ve Shaq’ın ne kadar sağlıklı olacağı belirleyecek.

 

Gelen oyunculardan Nenad Kristic sahada olduğunda bazı savunma dezavantajları yaratacaklardır. Boston takım halinde savunma yapan bir takım ancak oyuncuların rakiplerine birebirde en azından geçilmemesi bekleniyor. Bu bağlamda Krstic sahadayken savunmada bazı sorunlar yaşanacaktır. Krstic’in artısı skor üretebilen bir oyuncu olması. Sırtı dönük etkili bir oyunu olmasa da Krstic şut sokabilen bir oyuncu. Rondo’nun saha görüşü ve Allen-Pierce-Garnett üçlüsünün hücum tehditleri Krstic için bol bol boş pozisyon demek.

 

Jeff Green iki yıldır Oklahoma’da kendisini üvey evlat gibi hissediyordu. Westbrook’un yükselişi ve Durant’in ligin en iyi birkaç oyuncusundan birisine dönüşmesi Green’in iyice geri plana atılmasına neden oldu. Kadro yapısı nedeniyle 4 numaraya sıkışıp kalan Green’den tam fayda alınamıyordu.

 

Bu takasta Jeff Green fazla küçümseniyor ki bu bence büyük bir hata. Green hem içeriden atabilen ve iyi atabilen bir oyuncu. Güçlü bir fiziği var. Ribaund alabilen ve savunma yapacak hem fiziksel özelliklere hem de isteğe sahip bir oyuncu. Green’in takıma katılması Boston’un yedek kadrosunda son derece güçlendiriyor. Bu ligde neredeyse her takımda ilk beş başlayacak bir oyuncuyu kenar oyuncuları sahadayken kullanabilecek olan Boston aynı zamanda Green’in varlığıyla farklı kadro varyasyonlarına da gidebilir. Garnett 5 Green 4 numarada skor potansiyeli güçlü bir 5 sahaya koyabilecekleri savunmada çok büyük sıkıntı yaşamayacaklardır. Tabii Howard ya da Gasol-Bynum ikilisinin sahada olmadığı anları düşünürsek.

 

Aynı zamanda 2012 sonunda Garnett ve Allen’ın sözleşmesinin bitecek olması Green ve Rondo’yu elinde bulunduran Boston için yeniden yapılanmanın zor olmayacağı anlamına geliyor.

 

 

Her iki yazımda da Perkins’i fazla övdüğümü düşünebilirsiniz. Birincisi Perkins bir pivot. Point guard ile birlikte oyuncu bulması en zor bölge ve ligdeki şu anki guard bolluğunu düşünürsek en sıkıntı çekilen bölge pivot pozisyonu. İkinci olarak Perkins çok iyi bir savunmacı ve savunma yapmayı seviyor. Başarının temelinin savunmadan geçtiğine defalarca tanık olduk ve Perkins bu yüzden de önemli bir oyuncu. Üçüncü olarak Perkins neler yapıp neleri yapamayacağını öğrenmiş bir oyuncu. Sahada kendisinden ne istendiğini biliyor ve bunu vermek için çabalıyor. Son olarak Perkins iyi bir takım arkadaşı. Takımda sorun çıkaracak türden bir oyuncu değil.

 

Kendrick Perkins bu ligin EN İYİ rol oyuncusu. Bana göre tartışmaya açık bile değil.

 

Sinan Cem Civili – 3SAYI Basketbol Dergisi

Takasın Oklahoma City Thunder Ayağı

Geçtiğimiz ay NBA tarihinin en hareketli takas dönemlerinden birini yaşadık. 20 takımın büyüklü küçüklü takas senaryolarına karıştığı son 4 günde tam 49 oyuncu yer değiştirdi. Takasların üzerinden 1 ay geçti sakatlar oynamaya başladı, oyuncular sistemlere alışıyor ve ligin dengelerini yerinden oynatan bu takas döneminde ses getiren takasların takımlara uzun ve kısa vadede neler katabileceğine bakacağız.

Oklahoma City Thunder:

Takas döneminin son gününde gerçekleşen bu takas basketbol kamuoyunu şaşırtan birkaç takastan birisiydi. Benim sezon başında şampiyonluğun en büyük adayı olarak gördüğüm ve sezon ilerledikçe bunu göz ününe seren Boston Celtics beklenmedik bir şekilde pivot Kendrick Perkins ve guard Nate Robinson’u , forvet Jeff Green pivot Nenad Krstic ve ilk tur hakkı karşılığında Oklahoma’ya gönderdi.

Takasın gerçekleşmesinin nedeni Boston’un sezon sonunda Perkins’i takımda tutmak için gerekli parayı verebilecek finansal imkânlarının olmamasıydı ve oyuncuyu hiç uğruna kaybetmek istemediler. Bu haberi duyanlar oldukça şaşırdı çünkü 3 yıldızının üst düzey oynayabilecek 2 en fazla 3 yılı kalmış gibi gözükürken ve bu yıl şampiyonluğa doğru giderken yara aldılar. Shaq ve Jermaine O’Neal’in sağlık durumu ve performansı bu takası çok akıllı bir hamle olarak adlandırmamıza, onlardan verim alınamaması durumunda ise Danny Ainge takımı şampiyonluktan etti dememize yol açabilir. Takasın Boston tarafını bir sonraki yazımızda ayrıntılı olarak inceleyeceğiz. Şimdi Oklahoma’dan bakınca işler nasıl görünüyor ona bakalım.

Geçen yıl Lakers’a playoffta kök söktüren Thunder’da bu yıl işler çok da iyi gözükmüyordu. İşler iyi gözükmüyordu çünkü bu takımın lig liderliğini zorlaması bekleniyordu. Saha içinde hücumda akıcı bir oyun sergileyemeyen, topu gerektiği gibi dolaştıramayan ve savunmada geçen yılki etkinliği gösteremeyen bir görüntü sergiliyorlar. Ufak bir ihtimalde olsa sezon öncesi acaba finale çıkabilirler mi düşüncesi kafalardaydı. Bu yüzden şu anki derecelerine rağmen Thunder beklenenin altında diyorum.

Ancak Kendrick Perkins’in takıma katılması her şeyi değiştiriyor. Perkins bu ligde Andrew Bynum ve Dwight Howard dahil her uzunun arkasında durabilecek ve onları yardım almadan savunabilecek bir isim. Bogut, Howard, Bynum ve Duncan’la birlikte ligin en iyi 5 savunmacı uzunundan birisi. Onun takıma katılmasıyla Thunder savunma rotasyonunu değiştirebilecektir. Yazının çok kafa karıştırıcı olmaması adına önce savunma açısından sonra hücum açısından bu takasın takıma ne getireceğine bakacağız. Ama hepsinden önce takımdan gidenler neler götürmüş onlara bakalım.

Nenad Krstic boyu uzun olan ancak uzun özelliklerine sahip olmayan bir isim.Sadece orta mesafe atabilen ve ribaundlara ve savunmaya ekstra katkı yapamayan Krstic çok da fazla aranmayacaktır. Çünkü her fırsatta söylediğim gibi Serge Ibaka’nın hücum potansiyeli bilinenden çok daha fazla.

Takımın 3. skoreri Jeff Green’de takımdan gönderildi. Green’in er ya da geç takımdan ayrılması bekleniyordu. Çünkü daha önce de denenen Durant 2 – Green 3 numara dizilişi yeterli efektifliği sağlayamıyordu. Green 4 numara da iken rakiplerine oranla bazı avantajlara sahipti ancak onun yarattığı dezavantajları kapatacak bir pivotlarının olmaması, 4 kısalı bu beşin playofflarun ileri turları için yeterli olmadığını gösteriyordu. Jeff Green kolay kolay vazgeçilecek bir oyuncu değil ancak mevcut durumda gönderilmesi en mantıklı isimdi. James Harden’ın da gönderilmesi düşünülebilirdi ancak Harden henüz beklenen zıplamayı gerçekleştirememiş bir oyuncu. Takas değeri henüz yüksek değil bu yüzden bana göre Oklahoma en mantıklı hamleyi yaptı.

Green’in gitmesi Ibaka’nın 4 numarada daha fazla zaman geçirmesi demek. Aslında 4 numara olan Ibaka mecburiyetten 5 numarada oynuyordu. Geçtiğimiz günlerde 8 blok yapan Ibaka ile yanında Perkins son derece korkutucu bir pota altı oluşturuyor. Pota altında bu ikili olduğunda Thunder kısaları daha dışarıda daha baskılı savunma yapabilir. Rakibin şutu çok zayıf olan oyuncularını riske edebilir. Çünkü içeriye oyuncu kaçırdıklarında arklarında güvenebilecekleri iki koca oğlan, pota altına dalmaya cesaret edenlere tokat atmak için hazır bekliyor olacak. En büyük silahı Kobe değil, Odom-Gasol-Bynum’dan oluşan pota altı olan Lakers’a karşı da ekstra bir önlem.

Hücum yönünden bakıldığında ise Green’in katkısından yoksun olacaklar ancak bu Harden’ın alacağı sürelerin artması demek. Krstic orta mesafe sokabilen bir uzundu, Ibaka’da orta mesafeden şut atabilen bir isim. Bilekleri yumuşak ama şutu üzerinde henüz çok çalışmış değil. Krstic’in ayarında bir şutör kesinlikle değil. Genel olarak bakıldığında Thunder’ın hala sırtı dönük oynayabilen bir uzunu yok. Gelecek sezon Ibaka’nın sırtı dönük oyununu geliştireceğini düşünüyorum ve bu genç kadro, 2-3 yıl sonra Ibaka beklediğim gibi gelişirse, şampiyonluk adayları arasında başı çekicektir.

Bu sezon için konuşmak gerekirse Perkins takviyesiyle Thunder kağıt üstünde sınıf atladı. Spurs ve Lakers haricinde diğer takımlar karşısında Thunder’ı mutlak favori görüyorum. Dallas’ı küçümsememek gerekir ancak onlar her yıl bir şekilde hayal kırıklığı yaşatmayı başarıyorlar. Lakers ve Spurs’e kök söktüreceğini düşündüğüm Thunder’ın finale çıkması beni çok da şaşırtmaz.

Sinan Cem Civili – 3SAYI Basketbol Dergisi