Yazar arşivleri: 3SAYI

Jason Kidd

Onun Hala Bir Umudu Var; Şampiyonluk için

Çok klişe bir başlangıç yapmak istiyorum:Her 10 yılda bir NBA’de iz bırakan oyun kurucular çıkar. Seçici baktığımız zaman, bu dönemler o oyun kurucular ile hatırlanabilir. İşte 80’lerin Magic ve İsiah Thomas ile, 60’ların Oscar Robertson ile, 50’lerin Bob Cousy ile hatırlanabileceği gibi. Ya da 90’ların Gary Payton ve John Stockton ile. Bizim neslin NBA ile içli dışlı olduğu 90’ların sonu ve 2000’ler içinse bu oyunculardan biri -belki de en önemlisi- Jason Kidd’dir. İlerde birer “adam” veya “kadın” olarak hayatımıza devam edeceğimiz dönemde, bizden küçüklere, yeğenlerimize, veyahut çocuklarımıza ballandıra ballandıra anlatacağımız basketbolculardan biridir Jason Kidd. O zaman da varolduğunu düşünürsek, Youtube’dan deli asistlerini izletip “vay be!” çektirebileceğimiz efsanelerdendir. Anlatmaktan bıkmayacağınız oyunculardan biridir.

NBA özelinde, büyük bir oyuncunun daha fazla akıllarda yer etmesi için, ilk şart, yüzük sahibi olmasıdır. Yani şampiyonluk kazanmış olması. Sırf bu şerefe nail olmak için “bayrak adam” denebilecek oyuncular bile takım değiştirmişlerdir. Eğer John Stockton, Reggie Miller, Charles Barkley, Karl Malone gibi “efsane” denebilecek oyuncular, şampiyonluk kazanmış olabilselerdi, emin olun daha çok saygı göreceklerdi. Bu isimlere engel olan kişiyi hepimiz tanıyoruz. Jason Kidd’e de bu yolda bazı büyük oyuncular “köstek oldular” açıkçası. Önce 3 sezonluk serilerinin son sezonunda Lakers tarafından süpürüldüler, ertesi sezon da Spurs’e 4-2 ile elendiler. O 2 sezondan sonra -ki bu 2 final de çok beklenilir, umulur finaller değildi- bir daha oraları göremedi Kidd. Peki hak ediyor mu bunu? Kesinlikle. Ama şunu da unutmamalıyız ki, az önce de değindiğimiz gibi, her büyük oyuncunun kariyeri mükemmel olmayabiliyor. Mesela Steve Nash’in final görmüşlüğü bile yok. Bu değerini azaltır mı, hayır, ama kariyeri için büyük eksiklik olur.
Kidd’in 2009 yazı başında Dallas’la 3 yıllık yeni bir anlaşma yaptığını ve, Dirk Nowitzki’nin de halen gayet formda zamanlar geçirdiğini, ilaveten Mavs’in ligin saygın takımları arasında sayılmaya devam ettiğini hesaba katarsak, yüzük şansı devam ediyor “tecrübeli oyun kurucu”nun. Çoğu kez sevdiğimiz oyuncular ve takımlar için başarı dileriz ama, bazı oyuncular bu konuda özel bir kontenjana sahip.

Çok büyük ihtimalle, Kidd’i kariyerinden yıllar sonra bile hatırlamamıza sebep olacak özelliği, kendisinin bir triple-double makinesi olmasıdır. Kidd, aynen Magic gibi, standart bir oyun kurucudan daha uzun olan boyunun ve sağlam fiziğinin avantajıyla kariyeri boyunca 100’den fazla triple-double’a imza attı, ve de onu sevenlerin delirmesine sebep olacak şekilde 70 kez kadar da triple-double’ı ufak farklarla kaçırdı. Burada mühim bir nokta var tabii. Bu lig, triple-double yapmak için pota dibinde kendi şutunu kaçıran adamlar görmüşken (isim vermeye gerek bile yok), yine bu ligin gördüğü en iyi oyun kuruculardan biri olan bu adamın, defalarca bir sayı veya ribaundla (ki genelde sayıyla oluyor) sayısız triple-double kaçırmasını nereye koyabiliriz, nasıl tanımlayabiliriz? Eğer rakamlarla uğraşan bir adam olsaydı Kidd, şu an pek ala Big O’nun rekorunu kırmış olabilirdi. Ama onun bu işlerle pek alakası yok.

Bu geride bıraktığımız 10 yılın en büyük 2 oyun kurucusu olan Kidd ve Nash’in kariyerlerinin başı denebilecek bir dönemde aynı takımda birlikte yer alması, belki de bir işaretti. İlk 2.5 sezonunu Mavericks’te geçiren Kidd, 96 yılında Phoenix’in yolunu tuttu. Ve burada 97-98 sezonunun sonuna kadar hem Nash, hem de başka bir büyük oyun kurucu Kevin Johnson ile birlikte oynadı. Bu 3 büyük oyuncunun kısa da olsa, bir dönem aynı formayı paylaşması için, NBA tarihinin ilginç olaylarından birisi diyebiliriz sanırım. Bu zaman dilimi, Nash’in Dallas’a gitmesiyle son buluyor.

Ve bu ikilinin kariyeri -yine ilginçtir- genellikle Dallas Mavericks-Phoenix Suns ekseninde geçiyor. Büyük ihtimalle ikisi de takım değiştirmeden kariyerlerini bu takımlarda bitirecekler ve, oyunculuk yıllarının büyük bir kısmı bu takımlarda geçmiş olacak. Muhtemelen ikisinin forması da emekli edilecektir.

Yine Nash üzerinden devam edelim. Bu 2 oyun kurucunun da, takımlarını çok yükseklere taşıdığı dönemler var, bildiğiniz gibi. Ve bu dönemlerde doğal olarak, bu oyuncuların isimleri MVP tartışmalarında geçti çokça. Nash, Suns’ın ligde çılgın attığı ilk yıllarda 2 kez bu ödülü kazandı. Ki bunlardan bir tanesi, yani 05-06 sezonunda olanı, çokça tartışmalı bir karardır. O sezon ligde maç başına 35 sayı atan bir tanımlanamayan varlık vardı çünkü. Kendisine bir sezon geç verildi hak ettiği ödül.

İkincisi ekstra sayılabilir. Sonuçta bir kere bu ödüle layık görüldü Nash. Fakat Kidd, Nets’i finale çıkardığı dönemde, 2 sezon boyu MVP için en büyük favorilerden biriyken, o 2 sezon da Tim Duncan’a gitti ödül. Kişisel bakacak olursak; Tim Duncan benim en sevdiğim oyuncudur fakat, o 2 sezondan birinde ödülü Kidd’e verebilirlerdi. Kidd’in çok umurunda olacağını sanmıyorum ama, hakediyordu. Önemli olan bu. O takıma kattıkları, o takımı alıp finale taşıması, kesinlikle bu ödülü getirmeliydi kendisine.

Şimdi Dirk Nowitzki ile birlikte, lige ilk adım attığı takımda Kidd. Favorilerden olmasalar da, yüzük için iddialı takımlardan biri Dallas. Lig sonundaki duruma göre, kolayca Batı finaline de çıkabilirler. Eğer formda ve konsantre olurlarsa, NBA finalini de görebilirler. Bunları yapabilecek kadroya ve, en önemlisi de onları sürükleyebilecek ve yönetebilecek lidere sahipler. Eğer olmazsa da, 1 sezon daha o burada.

Cem Tokatlıoğlu


NBA’in Şanssız İsimleri

İnsan Şansı Kendi Yaratır; Ya Şanssızlığı?

Yaklaşık 10 yıldır sürekli basketbolla yaşayan, ilk başlarda o zamanın tek basketbol yayını sandığım Fanatik Basket’ten takip eden; daha ilk basketbol dergisini (Pivot) bundan 6 yıl önce harçlıklarını zor bela biriktirdikten sonra alıp birkaç gün züğürt gezmeyi göze alan biri olarak birçok hikâye aktı geçti gözümün önünden. Özellikle de çok yetenekli, ümit vadeden birçok adamın bir şekilde basketboldan koptuğunu, cismen parkede olsa da aslında orada olmadığını görmek zorunda kaldım maalesef…

Hep aklımı meşgul eden bir konuyken bu,  geçenlerde NBA Stüdyo anketlerine bakarken böyle bir yazı yazmaya karar verdim. Kariyerleri çeşitli sebeplerle ama özellikle sakatlıklarla sekteye uğramış oyuncuların, hangisinin yeniden doğma ihtimalinin olduğuyla ilgili bir soru vardı… Şıklar da gayet şıktı; İki yıldır doğru düzgün maç oynamamış Tracy McGrady, Yine lige geleli 3 yıl olmasına rağmen sadece 88 kez parkeye çıkabilen Greg Oden, Thunder’a takası sakatlığı sebebiyle yatan, sonra Bobcats’e giden cam adam Tyson Chandler, 2 yıllık sakatlık döneminden sonra eskisi gibi olmasa da o seviyeye yakın oynamaya başlamış ama malum silah muhabbeti sonrası sezon sonuna kadar NBA Yönetimi tarafından “kadro dışı” bırakılan Gilbert Arenas… Aslında bir de Finley vardı listede ama onu zaten anlayamamıştım, gereksizdi bence zira 37 yaşındaki bir oyuncunun kariyerini tekrar canlandırabilmesi için adının Jason Kidd olması gerek kanımca…

Tabii bu popüler isimler hep göz önünde oldukları için herkes her şeylerini biliyor. Bense bu uzun girişten sonra, kariyerleri büyük sakatlık ve şanssızlıklarla sekteye uğramış iki oyuncudan bahsetmek istiyorum…

Şöyle bir arkaya baktığımda aklıma ilk gelen isim Shaun Livingston. 2004 yılında liseyi bitirdiğinde Duke’un burs teklifini kabul etti ama daha sonra vazgeçti ve NCAA’de oynamadan NBA draftlerine adını yazdırdı. Livingston’daki potasiyele birçok takım hayran olmuştu ki Clippers bunu 4. sırada onu seçerek gösterdi. Livingston 2004-05 yılında Sam Cassell gibi bir ustayla guard rotasyonunu paylaştı. 2.01 boy, 2.11 kanat genişliği onun iki numara da oynamasına imkan veriyordu ki bu fizikten ötürü yeni Magic yakıştırmaları çoktan başlamıştı. Ama işte sakatlıklar daha ilk sezonundan başına bela oldu ve Shaun ilk iki sezonunda tam 73 maç kaçırdı. Fizyoterapistle geçen iki yıl sonunda 2006-07 sezonuna çok iyi bir giriş yapan Livingston en yüksek ortalamalarını elde etmişti (9.3 sayı 5.1 asist 3.4 ribaund). Sezon gayet iyi devam ederken 26 şubat gecesi o malum sakatlık oldu, fastbreakte çok ters basan Shaun, acılar içinde bağırırken, kariyeri de “gelecek vadeden gençten”, “müzmin sakata” doğru yol almaktaydı… Livingston 2007-08 sezonunun tamamını da kaçırdı ve 2008 sezon başında Miami formasıyla parkelere döndü ama o eski umut vadeden gençten eser yoktu, zaten doğru düzgün süre de bulamadı. O guardsız Miami de bile üçüncü guard durumundaydı. Daha sonra Thunder’a gitti ama orada da aradığını bulamadı. Son takaslar sonucunda kendini sahipsiz Wizards’ta buldu bir ay önce. Ve düzenli süre ve top kullanma şansı bulunca biraz kıpırdanmaya başladı, hele Orlando maçında 31 dk 8/11 18 sayı 8 asist 3 ribaund 1 blok gibi bir istatistik yaptı ki, hala o kumaşa sahip olduğunu gösterdi. İnşallah elindeki bu şansı çok iyi kullanabilir…

Maalesef herkes Shaun Livingston gibi şanslı değil! Ne şans mı?? Dediğinizi duyar gibiyim ama o en azından bir şekilde basketbola geri dönebildi. Ya dönemeyenler;

Mesela Jay Williams… Jay Williams, lise ve Duke’de muhteşem sezonlar geçirmişti. New Jersey’ de yılın lise oyuncusu seçilmiş, aynı zamanda All-American takımına çağırılmıştı. Aynı zamanda dersleri de çok iyi olan Jay, geleceğin basketbol yıldızı olarak yavaş yavaş profesyonel hayata doğru ilerliyordu. Liseden sonra Duke’e kaydoldu(gene Duke). Duke’te geçirdiği 3 sezonda 2001 yılında bir şampiyonluk, USA milli takımına karşı oluşturulan kolej takımında oynama onuru, tüm Amerika’da yılın freshmani, 2001 Yılın Oyuncusu gibi birçok başarı yanında 49 yıldır kırılamayan okulun en çok sayı atma rekorunu ele geçirdi. Ve NBA draftına adını yazdırdı. Bu arada Jay’in erken profesyonel olmadığını, okuduğu 4 yıllık Sosyoloji bölümünü 3 yılda bitirdiğini belirtelim…

Böyle başarılı bir kariyer sonrası Chicago Bulls onu Yao Ming’in peşinden, Amar’e Stoudemire, Caron Butler gibi oyuncuların önünde ikinci sıradan seçti Williams’ı. Bu beklenilen bir şeydi hatta Houston’ın Jay’i seçme ihtimali bile ortada dolaşmaktaydı, fakat Rockets Yao’nun gelememe riskine rağmen dev Çinliyi seçti ve Jay Bulls’a kalmış oldu. Sezona “ılık” bir giriş yapan Jay, bir süre sonra istikrarsız performanslar göstermeye başladı. Ama yine de kötü sayılmazdı ki zaten memleketinin takımı New Jersey’e karşı yaptığı triple-double da bunu gösteriyordu…

Ama işte kötü kader Jay’i 19 Haziran 2003 günü yakaladı. Motosikletiyle Illinois’de bir kavşakta düştüğünde, başında kaskı olmadığı, dahası Illinois’de motor kullanmak için gerekli sürücü ehliyetine de sahip olmadığı ortaya çıktı ki Yamaha YZF-R6 kullanarak ayrıca Bulls ile yaptığı sözleşmeye aykırı davranıyordu! Bu kaza sonrası Williams’ın kalça kemiği kırıldı artı bacağındaki ana sinirlerden birini çok ağır zedelendi ve sol dizinde 3 bağ koptu… Hemen ameliyat olan Williams fizik tedaviye başladı. Ama asıl kötü haber Bulls’un kazadan bir hafta sonra guard Kirk Hinrich’i draft etmesiyle geliyordu. Bu seçim Bulls’un ondan vazgeçtiğinin habercisiydi… Zaten daha sonra Bulls kontratını tek taraflı olarak feshetti. Ufak bir güzellik de olmadı değil burada, Bulls aslında hiç tazminat ödemeden sözleşmeyi iptal etme hakkına sahipken genç guarda 3 milyon dolarlık bir ödeme yaptı…

O günlerde Williams basketbola geri dönüp dönemeyeceğini tam olarak kestiremiyordu ve daha sonra bir kez daha şansını denemeye karar verdi. 2008 sonbaharında memleketinin takımı Nets ile garanti olmayan kontrat imzaladı ama daha sonra işler “yine” istenen gibi gitmedi ve bir ay sonra takımdan kesildi Jay… Aynı yılın aralık ayında bu sefer D-League takımı Austin Toros’a imza attı. Ama orda da sakatlandı ve serbest bırakıldı…

Bu Jay’in son kurşunuydu artık ve basketbolu bıraktığını açıkladı. Şuan da ESPN’de kolej basketbolu basketbol analisti olarak görev yapmakta ve Tanrı’ya en azından bir işi olduğu, basketbolun içinde olduğu için şükretmekte…

Evet NBA’de büyük geri dönüşler, büyük şansa sahip elemanlar mevcut ama aynı zamanda bizim Türk tabiriyle “kadersiz” oyuncular da… Bu yazıda şanssızlardan bahsettik, inşallah bir dahakinde “ballılardan”…

Mehmet Buğra ÇİÇEK

Yalçın Azizmahmutoğulları Röportajı

KENDİMİ  HAZIR HİSSETTİĞİM ZAMANDA HAZIR HİSSETTİĞİM YERDEYİM

Geçen sene Bornova Belediyesi ile önemli bir çıkış yaparak takımın Beko Basketbol Ligi’ne yükselmesinde çok büyük katkısı olan Yalçın Azizmahmutoğlulları  ile yoğun maç döneminde olan bireysel ve takım hedefleri hakkında konuştuk.

Bornova Belediyesi’ne gelmesinde ki en önemli kararın Aclan Kavasoğlu olduğunu belirten Yalçın, “Aclan Abi elindeki ile yetinmeyip daha yukarıyı  hedefleyen bir antrenör. Bu yüzden bizim bu sene hedefimiz ligde kalmaktan daha iyisini yapabilmek” dedi.

Sezon öncesi hazırlık maçında yaşadığı  sakatlıktan sonra beklenenden çok daha erken ve çok daha formda sahalara dönen Yalçın Azizmahmutoğulları, sakatlıklarda kondisyonun ve psikolojinin çok büyük bir etkisi olduğunu belirtirken şansın da kendisinden yana olduğunu sözlerine ekledi.

Bu aşamadan sonra çok büyük takımlarda oynayamayacağını  ama en alt sınırın burası  olduğunu söyleyen başarılı  oyuncunun kişisel hayatında en çok istediği  şeyin ise baba olmak olduğunu belirtti.

3SAYI: Bornova’nın organizasyon olarak geçen seneden beri içindesin. Geçen seneden bugüne kadar olan süreden bahseder misin?

Yalçın Azizmahmutoğlulları: Ben Bornova Belediyesi’ne geçen sene ikinci ligdeyken katıldım. Buraya gelmemde ve devam etme kararı almamda Aclan Abi’nin çok büyük etkisi var. Geçen seneye baktığımda ise çok zor bir sezon yaşadığımızı düşünmüyorum. Geçen sene takım olarak çok iyi organize olmuştuk ve hepimizin tek hedefi Beko Basketbol Ligi’ne yükselmekti. Tüm takım tek bir hedefe kitlendiği zaman bu amacın yerine gelme süreci daha kolay geçiyor. Bu sene ise herkesin beklentisinden çok daha üst bir seviyedeyiz. Ama bunun en önemli sebebi, takıma gelen yabancı oyuncuların gerçekten çok iyi adapte olması ve başarılı performans sergilemesi. Onun dışında takım halinde çok iyi çalışıyoruz. Şu ana kadar süreç bu şekilde işledi ve ben inanıyorum ki ilerleyen zamanda daha da iyi olacak.

3SAYI: Şu anda dediğin gibi ligde beklenen seviyenin üstündesiniz ve çok önemli galibiyetler aldınız. Özellikle Karşıyaka ve Galatasaray galibiyetleri sizin açınızdan çok önemliydi. Beko Basketbol Ligi’nde ilk seneniz olmasına rağmen hedefiniz lige kalmaktan çok daha üst seviyede.

Y.A: Az önce cümleme başladığımda da ilk söylediğim şeyi tekrar söylemek istiyorum;  buraya gelmemde ki en önemli etken Aclan Abi’nin olmasıydı. Bunu dediğimi özellikle vurgulamak istiyorum çünkü kendisi hiçbir zaman elindeki ile yetinmeyen ve daha üstünü hedefleyen bir insan. Ligde kalmayı da hedef olarak görebilirdi ve bu ilk sene için başarıda olurdu. Ama kendisi play-off’u hedef olarak gösterdi. Türkiye Kupası’na baktığımda ise başarılı olduğumuza inanıyorum. Bu takımla bu sene play-off oynayacağız.

3SAYI: Sezon başında Karşıyaka’nın hazırlık turnuvasında bi sakatlığın oldu ve ben de ordaydım ne kadar acı çektiğin sesinden anlaşıldı ve beklenenden çok çabuk döndün. Ama dönüşünden sonraki sakatlığının performansını etkilenmediğini gördük. Çok önemli galibiyetlerde adından bahsettirdin

Y.A: Öncelikle teşekkür ederim. Bir kere herşeyden önce bünye ve psikolojini nasıl hazırlayacağın çok önemli. Alçı çıktıktan sonra 1.5-2 hafta boyunca direk fizik tedaviye başladım. En iyi yerlerde en iyi doktorlarla antrenman yapıyordum ve sezon başı yaz antrenmanlarında çok iyi çalışma dönemi geçirdik ve kondisyon olarak çok güçlüydük. Bu yüzden sakatlık sonrası kondisyon açığımı çok çabuk kapattım. Allah’a şükür biraz da şansımın etkisi vardı. Basketbolun da verdiği bir açlıkla da sezona iyi başladım.

3SAYI: Bornova takım olarak kendinden çok söz ettirdi ama sen de bireysel bir oyuncu olarak ikinci ligden gelmene rağmen çok önemli bir yer edindin.

Y.A: Daha önce de iki yıl olmak üzere Altay ve Oyak Renault ile birinci ligde mücadele ettim ama o senelerde bu kadar ciddi süreler almıyordum ve bu yaşımın da verdiği bir durumdu. Şu an kendimi hazır hissettiğim yılda burdayım ve önemli bir görevim var. Aclan Abi’nin de verdiği destek ile elimden geleni de yapmaya çalışıyorum. Bundan sonra tabii ki çok çok büyük takımlara gidemeyiz ama artık en kötü takımımız böyle olmalı diye düşünüyorum.

Röportaj: Gizem Kumbasar, 3SAYI Basketbol Dergisi


25 Aralık Cumartesi TV’de NBA Keyfi

NTV, NBA TV ve NTV Spor’da 25 Aralık Cumartesi günü NBA şöleni yaşanacak.

Saat 19.00’da sezonun flaş ekiplerinden Ömer Aşık’lı Chicago Bulls ile New York Knicks karşı karşıya gelecek. Müsabaka NBA TV’de yayınlanacak.

21.30’da ise yuvasına dönen Hidayet Türkoğlu sahne alacak. Orlando Magic – Boston Celtics maçının heyecanını NTV Spor’dan takip edebileceksiniz.

Saat 24.00’de ise basketbolseverler dev bir maçı NTV’den izleme şansına sahip olacaklar. Kobe Bryant’lı Los Angeles Lakers, yıldızlar topluluğu Miami Heat ile karşı karşıya gelecek.

Gecenin son maçında saat 03.00’da Oklahama City – Denver Nuggets maçıyla izleyiciler adeta baskete doyacak. Maç, NBA TV’den yayınlanacak.

Hido’nun İyi Oyunu Galibiyeti Getirmedi

Hidayet yeniden kendi seyircisi önünde maça çıkmanın heyacanını yaşarken maça çok istekli başladı. Power Forvet pozisyonunda maça başlayan Hido kısa sürede iki faul aldı. Bunun üstüne hidoyu 4 numara oynatmaktan vazgeçen Koç, yine sorumluluğu top dağılımını Hido’ya verdi ve Hidayet üzerine düşen görevi en iyi yapmasına karşın Orlando’nun Dallas’a boyun eğmesine engel olamadı.

Maçta 39 dakika süre alan Hidayet, 9 sayı, 8 asist, 1 ribaunt ve 2 top çalmayla karşılaşmayı tamamladı. Savunmada istekli olan hücumü da yönlendirmeye başlayan Hido’da şimdlik tek eksik şut yüzesi gibi görünüyor. 11 de 2 gibi kötü bir yüzde ile oynayan Hidayet her geçen gün takımını daha iyi seviyeye taşımaya devam edecek gibi duruyor. Özellikle takım arkadaşlarına hazırladığı pozisyonlar seyirci tarafından da büyük alkış aldı.

Dallas, Orlando’yu 105-99 yenerken, Jason Kidd 13 sayı 12 asist ile takımını galibiyete taşıyan isim oldu.

Bekir S. KOÇ, 3SAYI

Pınar Karşıyaka Mahsur Kaldı

EuroChallenge Kupası maçında Apoel’ konuk olan Pınar Karşıyaka maç sonunda çıkan olaylardan dolayı zor anlar yaşadı.

EuroChallenge Kupası G Grubu’nda Kıbrıs Rum Kesimi’nde oynanan Apoel-Pınar Karşıyaka maçı 82-80 ev sahibinin galibiyeti ile bitti. Karşıyaka için bu mağlübiyetin pek bir önemi yoktu zira guruptan çıkmayı daha önceden garantilemişlerdi..Ancak maç sonrası üzücü olaylar yaşandı.

Maç sonunda taraftarların sahaya inmesi ve cisim fırlatması sebebiyle Pınar Karşıyaka uzun süre soyunma odasında beklemek zorunda kalırken, takım kondüsyonerinin parmağında çıkık yada kırık olabileceği belirtildi.

Pınar Karşıyaka Genel Menajeri Nihat Mala, maçın bitimi ile taraftarın saldırısına uğradıklarını ve devam eden olaylar sırasında gaz bombası atıldığını belirtirken bazı taraftarların taş ve sopalarla saldırdığını sözlerine ekledi.

Güvenliğin sağlanmasının ardından İzmir kafilesi polis eşliğinde oteline geçti. Yarın uçakla İzmir’e dönecek olan Pınar Karşıyaka, yöneticilerin Dış İşleri Bakanlığı ile iletişime geçmesinin ardından oyuncuların ve teknik heyetin Kıbrıs Türk kesimine geçişini isteyeceklerini belirtti.

Gizem Kumbasar, 3SAYI


Hidayet Orlando’da ilk maçına çıktı

NBA’deki temsilcimiz Hidayet Türkoğlu yeniden döndüğü eski takımı Orlanda Magic’te ilk maçına Atlanta Hawks karşısında çıktı.

Maça ilk 5’te başlayan hido, 35 dakika süre aldı.

İlk yarı tutuk bir oyun sergileyip sayı bulamayan Hido ikinci yarı takımına 8 sayılık katkı sağlasa da, takımının maç kaybetmesini önlemeyi başaramadı..

Atlanta Hawks’a 91-81 yenilen Orlando’da Hidayet 8 sayı kaydederken 6 da ribaund aldı. Hedo aynı zamanda 3 asist yaptı. Orlando’da  D.Howard 19 sayı – 20 ribaund- 1 asist, J.Nelson 18 sayı – 2 ribaund – 3 asist, B.Bass 13 sayı – 5 ribaund – 1 asist, G.Arenas 10 sayı – 1 ribaund – 3 asist, J.Richardson 9 sayı – 2 ribaund – 3 asist ve J.Redick 4 sayı ile maçı tamamladı.

Ev sahibi Atlanta’da ise A.Horford 24 sayı – 11 ribaund – 4 asistle en skorer oyuncu olup galibiyeti getiren isimlerin başında geldi. Atlanta’da J.Johnson 17 sayı – 5 ribaund – 6 asist, M.Bibby 15 sayı – 3 ribaund – 4 asist, M.Williams 12 sayı – 9 ribaund – 2 asist, J.Smith 12 sayı – 10 ribaund – 3 asist, J.Collins 5 sayı – 3 ribaund – 1 asist, Z.Pachula 2 sayı – 7 ribaund – 2 asist, E.Thomas 2 sayı – 1 ribaund ve J.Teague 2 sayı – 1 asistle maçı tamamladı.

Hidayet Türkoğlu Orlando Magic’te

Son 6 maçının 5’ini kaybeden Magic, yeniden saha içinde kontrolü Hido’ya teslim etmeye karar vermiş gözüküyor. Son birkaç saat içinde gelen haberlere göre, Suns ve Magic arasında büyük bir takas gerçekleşti ve Hidayet yuvaya döndü.

Ayrıca Steve Nash ve Jared Dudley’nin Twitter hesaplarından arkdaşlarına veda ettiler. Takasa göre, Jason Richardson, Hidayet Türkoğlu ve Earl Clark Magic’e gelecek;Vince Carter, Marcin Gortat ve Mickael Pietrus da Suns’a gidecek.

Orlando: Hidayet Türkoğlu, Jason Richardson, Earl Clark

Phoenix: Vince Carter, Marcin Gotrat, Mickael Pietrus, Orlando 2011 ilk tur draft hakkı + 3 Milyon dolar

Cem Tokatlıoğlu, 3SAYI

Hedo Türkoğlu Efsanesi Geri Mi Dönüyor

Az önce ajanslara düşen bir habere göre son altı maçının beşini kaybeden Orlando Magic, 2009’da NBA finallerine çıkmasında büyük pay sahibi olan ve o yılın sonunda Toronto’ya ardından Phoenix’e transfer olmuş Hidayet Türkoğlu’nu takıma geri döndürmek için ciddi görüşmeler içerisinde. Yapılan açıklamaya göre Magic başkanı Otis Smith, Hedo’yu takıma döndürmek için başta bir türlü verim alınamayan Vince Carter, Marcin Gortat, Mickael Pietrus, 2011 birinci tur draft hakkı ve bir miktar parayı Suns’a gönderip, karşılığında Hedo’nun yanında Jason Richardson ve Earl Clark’ı Orlando’ya getirecek…

Henüz resmiyet kazanmamış olan bu büyük takasın en kısa zamanda duyurulması bekleniyor…

Kulaktan kulağa dolaşan diğer bir habere göre ise Orlando bu hamleyle de durmayacak, sezon başından beri büyük bir form düşüklüğü gösteren Rashard Lewis’i, Gilbert Arenas ile takas edip oyun kurucu pozisyonuna yeni bir ekleme yapacak…

Mehmet Buğra Çiçek, 3SAYI

Rajon Rondo – Aaron Brooks

sezon ortalaması oldu(playoffta ise %69).

Rondo’yu bu yazının konusu yapan değişim ise 2007 yılındaki malum takaslar ile başladı. Big Three’nin kurulmasıyla kendini ilk 5te bulan Rondo, üzerindeki şüphelere rağmen bu takımın ilk 5 rotasyonundan hiç kopmadı ve 77 maçta oynadı. Play-Off’taki çetin mücadelelerde kimi zaman sinse de heyecanlansa da, yanındaki büyük oyuncuların yardımlarıyla şampiyonluk yolunda takımına büyük katkı verdi. Takım şampiyon olduğunda Rondo da şampiyon bir guard olarak, kendisine şüpheye bakanları şaşırtmakla kalmadı, Rıdvan Dilmen abimizin tabiriyle “üzerine koyarak devam etti”.

Takım olarak şampiyon olamayarak başarısız biten 2008-09 sezonunda, tek teselli ayakları iyice yere basan, savunmada hücumda(şut hariç) tehdit halini alan bir Rondo’nun iyiden iyiye ben geliyorum demesiydi. O sezon En İyi İkinci Savunma Takımı’na seçilerek bu durumu da perçinledi…

Rondo’nun esas patlama sezonu ise henüz biten 2009-10 sezonu oldu. En yüksek sayı(13.7) ve asist(9.8) ortalamalarıyla oynayan “Genç” Rondo Dallas’ta düzenlenen ve seyirci sayısı bakımında tarihe geçen gecede All-Star Doğu Karması kadrosunda yer aldı. Ve nereden nereye dedirtti…

Lige geldiğinde sıradan bir guard olarak görülen, şutu olmayan(hala), cılız bir oyun kurucunun o takas sonrası ligin en iyi dört beş guardından biri olduğunu görmek gerçekten göz alıcı. Bu başarıda Boston Celtics’in o takaslar sonucu kazanan bir takıma dönüşmesi çok büyük etken. Zira 2007 öncesi takım için Paul Pierce’ın “İdmanlarda basit pas çalışması yapmak zorunda kalıyoruz, bırakın oyunları” lafı sanırım yeterlidir. Öyle bir takımda bu seviyelere gelmenin ne kadar zor olduğunu, Al Jefferson’ın şuan ki haline bakarak anlamak çok kolay…

Evet, Rondo buralara gelirken çok çalıştı doğru. Ama zaten çalışmadan bir yere gelmek mümkün değil. Ama o büyük takaslar yapılırken Telfair yerine Rondo’dan vazgeçilseydi acaba şimdi nasıl bir durumu konuşuyor olurduk??

Aaron Jamal Brooks, 14 Ocak 1985’te Seattle’da doğdu. Daha küçükten itibaren iyi bir oyuncu olacağının sinyallerini veren Brooks, ikinci yılında okuduğu lise Franklin High School’u eyalet şampiyonu yaparak basketbol kariyerine hızlı bir giriş yaptı. Şampiyonluk maçında şuanda bir Laker olan Adam Morrison’la karşı karşıya geldi; Morrison’un 37 sayısına karşılık yaptığı 38 sayıyla takımına galibiyeti getirdi. Ne yazık ki turnuva MVP’si diğer maçlarda daha iyi istatistikler yapan Morrison oldu. Fakat Brooks için söylenen, “mümkün olan tüm başarıları kazandı” cümlesi onun için o küçük heykelcikten daha değerli oldu hep…

Kolejde çok büyük olmayan Oregon Üniversitesi için oynayan Brooks, ilk yılından takımın PG pozisyonuna yerleşti ve bireysel olarak 4 başarılı sezon geçirdi fakat Pac-10 gibi sert bir konferansta bulunan Ducks için aynı şeyi söylemek pek mümkün değildi. Brooks, birçok maçta takımına liderlik etti, Ducks önemli rakipleri(UCLA, Arizona) yenerken hep Brooks ön plandaydı. Ama hiçbir zaman bir yıldız potansiyeli olarak görülmedi. Ki zaten kolejde yaptığı 13.1 sayı, 4.1 asist, 3.5 ribaunt istatistikleri bu düşünceleri destekler nitelikteydi…

Politika Bilimi bölümü gibi bir basketbolcu için zor bir bölümü bitiren Aaron Brooks, Haziran 2007’de NBA draftine gireceğini açıkladı. İlk turda seçilmesi beklenmeyen Brooks’u Houston ilk tur 26 sıradan seçti. Pek sürpriz olmayan bu kararla bir Rocket olan Brooks ilk yılında Rafer Alston’ın yedekliğinde 51 maçta 11.0 dakika ortalamayla süre alıyor ve açıkçası çok ümit vadeden performanslar sergilemiyordu. Zaten sakatlıklardan kolu kanadı kırılmış Yao’suz Houston’da o yıl tek akılda kalan, üst üste 22 galibiyet alarak NBA tarihinde en uzun galibiyet serisine sahip ikinci takım olmalarıydı…

Bir sonraki sezona hem Yao hem de T-Mac ile ümitle başlayan Houston’da Brooks, Alston’ın arkasında başladı sezona yine. Geçen yıla oranla daha lige ısınmış görünen Brooks yavaştan güven vermeye başlamıştı. Ama onun şansın döndüğü an ise o sezonun ortasına denk geldi. T-Mac’in sakatlanıp sezonu kapatması sonucu, Houston beklentilerin de düşmesiyle bir kumar oynamaya karar verdi ve 19 Şubat 2009 gecesi, takas süresinin dolmasına dakikalar kala Rafer “Skip to My Lou” Alston’u, Jameer Nelson’ın sakatlığı yüzünden guard derdine düşen Orlando’ya yolladı… Bu Aaron Brooks için ilk 5 yolunun açıldığı demekti. Takas sonrasında ilk5’e yerleşen Brooks sürelerinin de artmasıyla ortalamalarını da yükselterek(11.2 sayı, 3.0 asist, 2.1 ribaunt) takımının 53 galibiyetle sezonu tamamlamasına ve playoffta ilk turu geçmesine katkıda bulundu. Ama ne yazık ki sakatlık laneti gene Rockets’i buldu ve ikinci turun 3. maçında Yao sakatlanarak sezonu kapattı. Haliyle Houston’da…

Aaron Brooks için de patlama yılı ise içinde bulunduğumuz 2009-10 yılı oldu. Ne T-Mac ne de Yao’nun olduğu, lidersiz-yıldızsız takımda bir guard olarak liderlik görevine soyundu ve alnının akıyla çıktı bu işten. Kevin Martin gelene kadar takımın hem şutörü hem guardı gibi takılan Brooks, istatistik kâğıdında da takımın lideri oldu. Evet bir All-Star olamadı henüz ama MIP ödülünün kuvvetli adayları arasına girdi ve ileride All-Star da olacağının sinyallerini verdi. Müthiş hızına eklediği şutu ile korkulan bir oyuncu haline dönüşen Brooks özellikle kendinden yavaş guardları perişan ederek sezonu tamamladı. Beklentilerin üzerinde performans gösteren Houston’da Luis Scola ile birlikte takımın uzun bir süre playoff tablosunda kalmasını sağladı. Öyle ki T-Mac takıma döndüğünde artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını gördü ve ayrılmak zorunda kaldı. Zira artık patron, düşük egosuyla takımı yöneten, Martin geldikten sonra istatistikleri düşmesine rağmen buna ses çıkarmayan bu bücür adam Aaron Brooks’tu…

Eğer o sezon ortasında T-Mac sakatlanıp sezonu kapatmasaydı, beklentiler böyle düşmeyecek, Rockets o takası yapmayıp belki de Houston Rafer Alston’la şampiyonluk kovalayacaktı.  Ve Brooks sıradan bir yedek guard olarak devam edecekti kariyerine. Ama işte hep diyoruz ya NBA, içinde bulunan malzemecisinden kulüp sahibine kadar birçok hikâyeye sahip… Ballı da var Kadersiz de…

İlginçtir, bu iki oyuncu da dâhil olmadıkları takaslar sonucu kariyerlerini başka seviyelere taşıdılar. Daha önce de dediğim gibi tabii ki çalışmadan bunları başarmak mümkün değildi ama sadece çalışarak da olması zordu. Hep denir ya doğru yerde doğru zamanda olmak… Sanırım bu iki guard için söylenebilecek en iyi cümle budur.

Mehmet Buğra ÇİÇEK


Kevin Durant

OKLAHOMA KASIRGASI – KEVIN DURANT…
29 Eylül 1988’ de Washington DC’ de doğan Kevin Wayne Durant, lise öğrenimini Montrose Christian School’ da tamamlarken University of Texas’ daki performansıyla yavaş yavaş adını duyurmaya başladı. 2006-2007 sezonunda Big 12 Konferansı’ nda Yılın Basketbolcusu seçilirken, 2007 yılında gösterdiği 25 sayı, 11 ribauntluk muhteşem istatistiklerinin sonucunda oybirliğiyle Yılın Kolej Ligleri Oyuncusu olma şerefine erişti. Bu performansı Durant’ in Team USA Basketbol tarafından yaz kampına davet edilmesine neden oldu. Kevin, Greg Oden’ dan sonra bir çaylak olarak böyle bir davet alan ikinci oyuncu oluyordu. Sadece davet almakla da kalmadı. Daha kampın birinci haftası sona ermeden Supersonics yöneticilerinin Durant’ i almak için kafalarında soru işareti kalmamıştı. Onun kamptaki performansının ne kadar etkileyici olduğunu en yakından görenlerden biri dea ynı kampta yer alan bir başka oyuncu Russel Westbrook’ du. “Kevin tam bir All Star gibiydi. Bir çaylak olmasına rağmen, savunması neredeyse imkansız bir adam vardı karşımızda.” Durant’ i en iyi tarif eden şeyi ise NCAA’ de onu izleyen tecrübeli bir NBA Scout’ u söylemişti: “O, bu dünyaya milyarlarca basket atması için gönderilmiş.”

2007’ de NBA Draftına katılmaya karar veren Durant, ilk tur ikinci sırada Seattle Supersonics tarafından seçildi. Durant’ in bu yeteneklerini farkeden sadece Seattle’ lılar değildi. Henüz tek bir profesyonel maç oynamayan bir oyuncuyla 7 yıllığına 60 milyon dolarlık bir sponsorluk anlaşması yapan Nike, belki de son yıllardaki en iyi yatırımlarından birini yapıyordu. Durant da daha ilk yılında 20 sayı ortalaması yakalayıp, “Yılın Çaylağı” seçilerek kendisine yapılan yatırımın ne denli haklı olduğunu ortaya koydu.

Daha evvel  bütün yaşamını bir yerden bir yere taşınarak geçiren Kevin, bu makus talihinden NBA’ deki ilk yılında da kurtulamadı. Takımı Seattle’ dan Oklahoma’ ya taşınınca, o da mecburen yine yollara düştü. Ancak değişiklik ona yaramış olacak ki, ikinci sezonunda sayı ortalamasını 25’ e çıkardı. O, sezonun Kasım Ayı’ nda Indiana potasına 37, Aralık Ayı’ nda Warriors’ a 41, Ocak’ ta ise Clippers’ a 46 sayı atarak bir Süper Star’ ın sahneye çıkmasının müjdesini verir gibiydi. Şubat Ayı’ nda tutturduğu 30 sayılık ortalama daha NBA‘ de ikinci yılını geçiren bir oyuncu için inanılmaz bir performanstı. Ancak Oklahoma, Durant’ in bu performansına ayak uydurabilmekten çok uzak bir takımdı. O sene 23 maç kazanıp, 59 maç kaybettiler.
Bu arada Durant, üniversite eğitiminden tamamen vazgeçmedi. Yaz aylarını Texas’ taki yaz okulunda geçiren yıldız, hem eksik derslerini alırken hem de üst seviyedeki antrenörler eşliğinde formunu korumaya çalışmaya devam etti. Eski takımı Texas Longhorns ile antremanlara çıkan Kevin’ i Texas guardı A. J. Abrahams şu cümlelerle özetliyor: “Kevin’ in yaz aylarında bizimle oynaması çok hoşumuza gidiyor. Çalışma ahlakı gerçekten mükemmel bir insan. Bence böyle devam ederse, Tracy Mcgrady’ den daha iyi bir oyuncu olabilir. Çünkü her geçen yıl daha iyiye gidiyor.”
Aslında Abrahams pek de haksız sayılmaz. Durant, NBA’ de yakaladığı 30,1 sayı ortalamasıyla Lebron James’ in önünde birinci sırada yer aldı. Ancak o, şu anda skor yeteneklerinden başka şeyler düşünüyor. “Ofansif yönden zaten iyi durumdayım, sayı atabiliyorum. Ancak savunma ve ribaunt anlamında kendimi geliştirmeliyim. Bu aralar bunun için çalışıyorum.”
Texas Longhorns koçu Rick Barnes, Durant’ in başarısının arkasında basketbol dışı özelliklerinin olduğunu söylüyor. “Geçtiğimiz yaz, öğrencilerden biri birkaç şut atmak için salona gitmiş ve forması salonun tepesinde asılı olan Durant’ in eski takım arkadaşlarıyla oynadığını görmüş. Ne yapacağını bilemeyen utangaç çocuğun köşeye sinerek telefonla konuşma numarası yaptığını farkeden Durant, çocuğun yanına yaklaşmış ve “Selam ben Kevin, sen de oynamaz mısın?” diye sormuş.

Aslında takımın Seattle’ dan Oklahoma’ ya taşınması, aynı zamanda Durant ve Thunder için de bir çıkışın başlangıcı olmuş. Bu yükselişte koç Scott Brooks’ un onu şutör gard pozisyonundan 3 numaraya almasının da büyük rolü var. Ayrıca Oklahoma’ da mutlu hissettiğini söyleyen Kevin: “Seattle’ da olmak güzeldi, ancak gelecek konusundaki bilinmezlik bizi olumsuz etkiliyordu. Gidecek miyiz, kalacak mıyız derken maçlara yoğunlaşmakta zorlandık.” Oklahoma’ nın genç menajeri Sam Presti, NBA’ in en çok gelecek vaateden takımlarından birini kurdu. Son olarak James Harden gibi yetenekli bir gard ile kadrosunu derinleştiren Thunders’ ta bütün yükü Durant’ in omuzlarından alabilecek bir yapılanma söz konusu. Takım kendini geliştirirken boş durmayan Durant: “Öğrenmeye aç biriyim ben. Sezon bittiğinde genelde tatil bile yapmadan çalışıyorum. Kobe, Lebron, Carmelo gibi oyunculara baktığınız zaman pek boş durmadıklarını görürsünüz. Onlar durmuyorsa ben niye durayım?”

Sanırım son cümle, Kevin Durant’ in neden NBA’ in en çok gelecek vaat eden Süper Star adayı olduğunun en açık cevabı. Onu izlemeye devam edin. İyi seyirler…

Okan Çarga

Adana Gençlik Sarayı

Adana Gençlik Sarayı…

Tüm Adanalı basketbol severler için çok önemli bir mabet di Gençlik. Hüsnü Çakırgil’den, meşhur Asfalt Rıza’nın oğlu Hamit Prodan’dan Aşk-ı Memnu’nun yıldızı Kıvanç Tatlıtuğ’a kadar tüm basketbolcular için okul olmuş bir yerdi Gençlik Sarayı. Alaattin Atsal da orda basketbol oynadı oğlu Atahan da, M. Ali Kıraç da orda basketbol oynadı oğlu Cihangir de ama benim oğlum maalesef orda basketbol oynayamayacak.

Adana’nın merkezinde oluşundan mıdır yoksa bir kere adının çıkmasından mıdır Adana’nın en iyi basketbolcuları günün ilk ışıklarından başlayıp ışıklandırma yardımıyla gece geç saatlere kadar basket oynarlardı.  Ömrümün bir kısmı oradaki çemberlere top atarak geçti.

4 tane potası vardı. Bu 4 pota sanki sınıflandırılmış gibi kendiliğinden paylaşılmıştı. En iyi oynayanlar sosislisi ve tostuyla meşhur büfesinin hemen yanındaki potada, biraz daha genç olanlar ama yine çok iyi oynayanlar hemen karşısındakinde oynarlardı. Basketbolu biraz daha zayıf olanlar ve yaşı küçükler bu sahayla dip dipe olan diğer sahanın potalarını paylaşırlardı.
Çoğu zaman normalde çarşıya çıkmış olanlar bile dayanamayıp içeri dalar ve bir maç yapmadan geri çıkmazlardı. Gençlik’in kapısında sanki yoklama alınıyormuş gibi tüm tatil vakitlerinde eksiksiz bir şekilde orda toplanırdık. Turnuva üstüne turnuva yapardık veya kazanan hep sahada kalırdı ve oynamak isteyen 3 sayı çizgisinden tek atış yapardı. İsabet kaydeden oynama hakkı kazanırdı ama bu öyle kolay olmadı. Bazen 4 takım varsa tamamı aynı anda sokardı 3 sayılık şutu. Kimi zaman oyuna başlamak için bile yarım saat geçerdi.

Açık hava olmasına rağmen Spor Sergi Sarayı’nın İstanbul’a yarattığı havayı biz Adanalılara yaşatırdı. Basketbol camiasından birisini arayan hafta sonu Gençlik’e geldiği anda aradığını bulurdu. Portatif tribünleri her zaman doluydu. Yoldan geçenler, oyun için sırasını bekleyenler, arkadaşlarını izlemeye gelenler bazen o kadar fazla olurdu ki tribünde oturacak yer dahi bulamadığımız olurdu.

2. ligde oynayan ya da Adana’nın iyi kulüplerinde oynayan basketbolculara karşı hiçbir kulüp deneyimi olmayan ama iyi basketbol oynayan oyuncular karşılaştıkları zaman ortaya büyük bir kapışma çıkardı. Kulüplerde oynamayan oyuncular aslında biz sizden iyiyiz mesajı vermek için ellerinden geleni yaparlardı.
Henüz Adidas’ın ve Rebook’ın Sokak basketbolu turnuvalarının moda olmadığı dönemlerde Gençlik de Bahar Turnuvalar oynanırdı. Hem de çift pota. Hüsnü Çakırgil’in Güney Sanayi formasıyla oynayıp şampiyonluk yaşadığı bu turnuvanın son kazanan takımının oyun kurcusuydum. İstanbul da Spor Sergi’nin başına gelenler bizim Gençlik’in de başına geldi. Adana’nın spor düşmanı belediye başkanı Aytaç Durak tarafından tarihine hiç bakılmadan yıkılan Gençlik Sarayı’nın yerinde şu anda bir park bulunuyor. Sanki Adana da hiç park yokmuş gibi hemen dibinde Atatürk Parkı gibi kocaman bir park varken bizim mabedimizi yıktılar. Adana DSİ formasıyla düzenlenen son Bahar Turnuvasını kazanmıştım. Üzerine birçok şampiyonluk kazandım ama basketbolu öğrendiğim ve geliştirdiğim yerde kazandığım şampiyonluğu hiçbir şampiyonluğa değişmem.

Aslında çöküşü önceden görebiliyorduk. Bu kadar çok gencin olduğu yere zamanla art niyetli kişiler de takılmaya başlamışlardı. Güvenlik zafiyetleri buraya gelen kişilerin profilini biraz olsun etkilemeye başlamışlardı. Şikâyetlerimiz artınca buraya bir bekçi koydular ama bu bekçi bu sefer bizi dahi içeriye almamaya başladı. Kart uygulamasına geçildi ama doğal olarak oturtulamadı.
Sonra yıkım kararı geldi. Eylem yaptık, yıkılmasın diye uğraş verdik ama nafile. Acımadan yıktılar. Hemen karşısına uyduruk hatta dandik bir yer yaptılar ama sahası uygun değildi, tribünleri yoktu ve sahaya girebilmek tam anlamıyla bir meseleydi. Belki potaları çok daha iyiydi ama hiçbir zaman Gençliğin yerini tutmadı.
Gençlik Sarayının müdavimleri Balcalı da bulunan üniversiteye ait tesislere attılar yani Adana’nın bir ucundan bir diğer ucuna geldiler. Merkezden bir hayli uzaklaştılar. Hala da onları orda bulabilirsiniz. İlgi arttıkça Balcalı da büyüdü gelişti. Mevcut basketbol sahalarına yenilerini eklediler. Gençlik tayfasını ise o gün bugündür havuza en yakın sahada yer alan potalarda bulabilirsiniz. Bir hafta sonu yolunuz düşerse kafanızı çevirin ve havuzun yanındaki potanın hemen karşına göz atın. Gençlik camiasını orda bulacaksınız.

Hamit Prodan, Atahan Stacey Atsal, Fahri Erek, Ozan Kurdak, Koray Veziroğlu, Koray Cengiz, Mustafa Ongun

İLKER KESER

Altyapı – Çalışmak…

Çalışmak…

Hiçbir oyuncu aktif basketbol kariyerinin ne kadar süreceğini bilemez. Kendisini kimlerin izleyeceğini, izleyenlerin onu kaç idman ya da maçta izleyeceğini bilemez. Zevkli, bununla beraber zor bir meslektir basketbol oyuncusu olmak. Her hafta performansınız gözlemlenir. Nasıl savunma yaptı? Kaç sayı attı? Ve buna benzer birçok yazılı ve yazılı olmayan veriler ile oyuncunun performansı ölçülür.

Oyuncu her zaman oynamaya hazır olmalıdır. Aslında bir ödüldür maçta oynamak. Oyuncuya verilebilecek en büyük ceza “oynatmamaktır”. Bu ödüle ulaşmanın yolu ise çalışmaktır. İdmanların hakkını vermek, kaytarmamaktır.
Her oyuncu “süper star” olamayacaktır. Fakat bu her oyuncunun “iyi oyuncu” olabileceği gerçeğini değiştiremez. Bence her oyuncu, “iyi savunmacı”, “şutör”, “takım oyuncusu” olma özelliklerinin bazılarını ya da hepsini taşıyabilir.
Her oyuncu evet şut sokamayabilir, bununla beraber savunma yapabilir ya da takımına kenardan gelip destek olabilir, bu özellikler saymakla bitmez.

Her idmanda aynı disiplinle çalışan oyuncular zaman içinde geliştiklerini gözlemleyeceklerdir. Bu da onların maçlarda alacakları süreyi olumlu yönde etkileyecektir. Yaşıtlarına oranla daha fazla yetenekli olan genç oyuncuların bazıları, o yeteneklerinin ardına sığınarak daha az çalışırlar. O yetenekleri onları bir süre idare eder fakat yıllar acımasızca ilerler ve o oyuncu birde bakmış ki sığındığı yetenekler maalesef ki kendisine yetmez olmuş. Birde bakmış ki, aynı kaplumbağa ve tavşan hikâyesinde olduğu gibi kaplumbağa kardeş bu uzun maratonda onu geçmiş.

Altyapı oyuncularının en büyük hayallerinden biri şampiyona görebilmek ve orada iyi performansa gösterip, A takıma yükselme şanslarını arttırabilmektir. Tabii ki bu uzun bir yoldur. Yaz idmanları, hazırlık maçları, kendi bölgelerinde oynanan maçlar, oynadıkları il’e göre ya gruplara ya da direk şampiyonaya gitme ve bütün senenin emeğini o şampiyonada alma isteği. Yani çalışmak, çalışmak ve çalışmak…

A takımlarda ise her hafta aslında bir finaldir. Telafisi olmayan bir maçın kaybedilmesi, bir oyuncunuzun sakatlanması eğer takım değilseniz sizi zorlayacaktır. Bununla beraber her hafta gösterdiğiniz performans sizin kariyerinizin seyrini belirleyecektir. Bunu da, belirleyen şey çalışmak, çalışmak ve çalışmaktır…

İster altyapı, ister A takım seviyesinde olsun oyucunun çalışması onun kariyerinin ne yönde ilerleyeceğini belirleyecektir.
Çalışkan, yüreğini sahaya koyan, özelliklerini bilen oyuncular başta seyirciler olmak üzere kimsenin aklından çıkmazlar…

Emre DAĞDELEN