Kategori arşivi: Yazarlar

Rajon Rondo – Aaron Brooks

sezon ortalaması oldu(playoffta ise %69).

Rondo’yu bu yazının konusu yapan değişim ise 2007 yılındaki malum takaslar ile başladı. Big Three’nin kurulmasıyla kendini ilk 5te bulan Rondo, üzerindeki şüphelere rağmen bu takımın ilk 5 rotasyonundan hiç kopmadı ve 77 maçta oynadı. Play-Off’taki çetin mücadelelerde kimi zaman sinse de heyecanlansa da, yanındaki büyük oyuncuların yardımlarıyla şampiyonluk yolunda takımına büyük katkı verdi. Takım şampiyon olduğunda Rondo da şampiyon bir guard olarak, kendisine şüpheye bakanları şaşırtmakla kalmadı, Rıdvan Dilmen abimizin tabiriyle “üzerine koyarak devam etti”.

Takım olarak şampiyon olamayarak başarısız biten 2008-09 sezonunda, tek teselli ayakları iyice yere basan, savunmada hücumda(şut hariç) tehdit halini alan bir Rondo’nun iyiden iyiye ben geliyorum demesiydi. O sezon En İyi İkinci Savunma Takımı’na seçilerek bu durumu da perçinledi…

Rondo’nun esas patlama sezonu ise henüz biten 2009-10 sezonu oldu. En yüksek sayı(13.7) ve asist(9.8) ortalamalarıyla oynayan “Genç” Rondo Dallas’ta düzenlenen ve seyirci sayısı bakımında tarihe geçen gecede All-Star Doğu Karması kadrosunda yer aldı. Ve nereden nereye dedirtti…

Lige geldiğinde sıradan bir guard olarak görülen, şutu olmayan(hala), cılız bir oyun kurucunun o takas sonrası ligin en iyi dört beş guardından biri olduğunu görmek gerçekten göz alıcı. Bu başarıda Boston Celtics’in o takaslar sonucu kazanan bir takıma dönüşmesi çok büyük etken. Zira 2007 öncesi takım için Paul Pierce’ın “İdmanlarda basit pas çalışması yapmak zorunda kalıyoruz, bırakın oyunları” lafı sanırım yeterlidir. Öyle bir takımda bu seviyelere gelmenin ne kadar zor olduğunu, Al Jefferson’ın şuan ki haline bakarak anlamak çok kolay…

Evet, Rondo buralara gelirken çok çalıştı doğru. Ama zaten çalışmadan bir yere gelmek mümkün değil. Ama o büyük takaslar yapılırken Telfair yerine Rondo’dan vazgeçilseydi acaba şimdi nasıl bir durumu konuşuyor olurduk??

Aaron Jamal Brooks, 14 Ocak 1985’te Seattle’da doğdu. Daha küçükten itibaren iyi bir oyuncu olacağının sinyallerini veren Brooks, ikinci yılında okuduğu lise Franklin High School’u eyalet şampiyonu yaparak basketbol kariyerine hızlı bir giriş yaptı. Şampiyonluk maçında şuanda bir Laker olan Adam Morrison’la karşı karşıya geldi; Morrison’un 37 sayısına karşılık yaptığı 38 sayıyla takımına galibiyeti getirdi. Ne yazık ki turnuva MVP’si diğer maçlarda daha iyi istatistikler yapan Morrison oldu. Fakat Brooks için söylenen, “mümkün olan tüm başarıları kazandı” cümlesi onun için o küçük heykelcikten daha değerli oldu hep…

Kolejde çok büyük olmayan Oregon Üniversitesi için oynayan Brooks, ilk yılından takımın PG pozisyonuna yerleşti ve bireysel olarak 4 başarılı sezon geçirdi fakat Pac-10 gibi sert bir konferansta bulunan Ducks için aynı şeyi söylemek pek mümkün değildi. Brooks, birçok maçta takımına liderlik etti, Ducks önemli rakipleri(UCLA, Arizona) yenerken hep Brooks ön plandaydı. Ama hiçbir zaman bir yıldız potansiyeli olarak görülmedi. Ki zaten kolejde yaptığı 13.1 sayı, 4.1 asist, 3.5 ribaunt istatistikleri bu düşünceleri destekler nitelikteydi…

Politika Bilimi bölümü gibi bir basketbolcu için zor bir bölümü bitiren Aaron Brooks, Haziran 2007’de NBA draftine gireceğini açıkladı. İlk turda seçilmesi beklenmeyen Brooks’u Houston ilk tur 26 sıradan seçti. Pek sürpriz olmayan bu kararla bir Rocket olan Brooks ilk yılında Rafer Alston’ın yedekliğinde 51 maçta 11.0 dakika ortalamayla süre alıyor ve açıkçası çok ümit vadeden performanslar sergilemiyordu. Zaten sakatlıklardan kolu kanadı kırılmış Yao’suz Houston’da o yıl tek akılda kalan, üst üste 22 galibiyet alarak NBA tarihinde en uzun galibiyet serisine sahip ikinci takım olmalarıydı…

Bir sonraki sezona hem Yao hem de T-Mac ile ümitle başlayan Houston’da Brooks, Alston’ın arkasında başladı sezona yine. Geçen yıla oranla daha lige ısınmış görünen Brooks yavaştan güven vermeye başlamıştı. Ama onun şansın döndüğü an ise o sezonun ortasına denk geldi. T-Mac’in sakatlanıp sezonu kapatması sonucu, Houston beklentilerin de düşmesiyle bir kumar oynamaya karar verdi ve 19 Şubat 2009 gecesi, takas süresinin dolmasına dakikalar kala Rafer “Skip to My Lou” Alston’u, Jameer Nelson’ın sakatlığı yüzünden guard derdine düşen Orlando’ya yolladı… Bu Aaron Brooks için ilk 5 yolunun açıldığı demekti. Takas sonrasında ilk5’e yerleşen Brooks sürelerinin de artmasıyla ortalamalarını da yükselterek(11.2 sayı, 3.0 asist, 2.1 ribaunt) takımının 53 galibiyetle sezonu tamamlamasına ve playoffta ilk turu geçmesine katkıda bulundu. Ama ne yazık ki sakatlık laneti gene Rockets’i buldu ve ikinci turun 3. maçında Yao sakatlanarak sezonu kapattı. Haliyle Houston’da…

Aaron Brooks için de patlama yılı ise içinde bulunduğumuz 2009-10 yılı oldu. Ne T-Mac ne de Yao’nun olduğu, lidersiz-yıldızsız takımda bir guard olarak liderlik görevine soyundu ve alnının akıyla çıktı bu işten. Kevin Martin gelene kadar takımın hem şutörü hem guardı gibi takılan Brooks, istatistik kâğıdında da takımın lideri oldu. Evet bir All-Star olamadı henüz ama MIP ödülünün kuvvetli adayları arasına girdi ve ileride All-Star da olacağının sinyallerini verdi. Müthiş hızına eklediği şutu ile korkulan bir oyuncu haline dönüşen Brooks özellikle kendinden yavaş guardları perişan ederek sezonu tamamladı. Beklentilerin üzerinde performans gösteren Houston’da Luis Scola ile birlikte takımın uzun bir süre playoff tablosunda kalmasını sağladı. Öyle ki T-Mac takıma döndüğünde artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını gördü ve ayrılmak zorunda kaldı. Zira artık patron, düşük egosuyla takımı yöneten, Martin geldikten sonra istatistikleri düşmesine rağmen buna ses çıkarmayan bu bücür adam Aaron Brooks’tu…

Eğer o sezon ortasında T-Mac sakatlanıp sezonu kapatmasaydı, beklentiler böyle düşmeyecek, Rockets o takası yapmayıp belki de Houston Rafer Alston’la şampiyonluk kovalayacaktı.  Ve Brooks sıradan bir yedek guard olarak devam edecekti kariyerine. Ama işte hep diyoruz ya NBA, içinde bulunan malzemecisinden kulüp sahibine kadar birçok hikâyeye sahip… Ballı da var Kadersiz de…

İlginçtir, bu iki oyuncu da dâhil olmadıkları takaslar sonucu kariyerlerini başka seviyelere taşıdılar. Daha önce de dediğim gibi tabii ki çalışmadan bunları başarmak mümkün değildi ama sadece çalışarak da olması zordu. Hep denir ya doğru yerde doğru zamanda olmak… Sanırım bu iki guard için söylenebilecek en iyi cümle budur.

Mehmet Buğra ÇİÇEK


Kevin Durant

OKLAHOMA KASIRGASI – KEVIN DURANT…
29 Eylül 1988’ de Washington DC’ de doğan Kevin Wayne Durant, lise öğrenimini Montrose Christian School’ da tamamlarken University of Texas’ daki performansıyla yavaş yavaş adını duyurmaya başladı. 2006-2007 sezonunda Big 12 Konferansı’ nda Yılın Basketbolcusu seçilirken, 2007 yılında gösterdiği 25 sayı, 11 ribauntluk muhteşem istatistiklerinin sonucunda oybirliğiyle Yılın Kolej Ligleri Oyuncusu olma şerefine erişti. Bu performansı Durant’ in Team USA Basketbol tarafından yaz kampına davet edilmesine neden oldu. Kevin, Greg Oden’ dan sonra bir çaylak olarak böyle bir davet alan ikinci oyuncu oluyordu. Sadece davet almakla da kalmadı. Daha kampın birinci haftası sona ermeden Supersonics yöneticilerinin Durant’ i almak için kafalarında soru işareti kalmamıştı. Onun kamptaki performansının ne kadar etkileyici olduğunu en yakından görenlerden biri dea ynı kampta yer alan bir başka oyuncu Russel Westbrook’ du. “Kevin tam bir All Star gibiydi. Bir çaylak olmasına rağmen, savunması neredeyse imkansız bir adam vardı karşımızda.” Durant’ i en iyi tarif eden şeyi ise NCAA’ de onu izleyen tecrübeli bir NBA Scout’ u söylemişti: “O, bu dünyaya milyarlarca basket atması için gönderilmiş.”

2007’ de NBA Draftına katılmaya karar veren Durant, ilk tur ikinci sırada Seattle Supersonics tarafından seçildi. Durant’ in bu yeteneklerini farkeden sadece Seattle’ lılar değildi. Henüz tek bir profesyonel maç oynamayan bir oyuncuyla 7 yıllığına 60 milyon dolarlık bir sponsorluk anlaşması yapan Nike, belki de son yıllardaki en iyi yatırımlarından birini yapıyordu. Durant da daha ilk yılında 20 sayı ortalaması yakalayıp, “Yılın Çaylağı” seçilerek kendisine yapılan yatırımın ne denli haklı olduğunu ortaya koydu.

Daha evvel  bütün yaşamını bir yerden bir yere taşınarak geçiren Kevin, bu makus talihinden NBA’ deki ilk yılında da kurtulamadı. Takımı Seattle’ dan Oklahoma’ ya taşınınca, o da mecburen yine yollara düştü. Ancak değişiklik ona yaramış olacak ki, ikinci sezonunda sayı ortalamasını 25’ e çıkardı. O, sezonun Kasım Ayı’ nda Indiana potasına 37, Aralık Ayı’ nda Warriors’ a 41, Ocak’ ta ise Clippers’ a 46 sayı atarak bir Süper Star’ ın sahneye çıkmasının müjdesini verir gibiydi. Şubat Ayı’ nda tutturduğu 30 sayılık ortalama daha NBA‘ de ikinci yılını geçiren bir oyuncu için inanılmaz bir performanstı. Ancak Oklahoma, Durant’ in bu performansına ayak uydurabilmekten çok uzak bir takımdı. O sene 23 maç kazanıp, 59 maç kaybettiler.
Bu arada Durant, üniversite eğitiminden tamamen vazgeçmedi. Yaz aylarını Texas’ taki yaz okulunda geçiren yıldız, hem eksik derslerini alırken hem de üst seviyedeki antrenörler eşliğinde formunu korumaya çalışmaya devam etti. Eski takımı Texas Longhorns ile antremanlara çıkan Kevin’ i Texas guardı A. J. Abrahams şu cümlelerle özetliyor: “Kevin’ in yaz aylarında bizimle oynaması çok hoşumuza gidiyor. Çalışma ahlakı gerçekten mükemmel bir insan. Bence böyle devam ederse, Tracy Mcgrady’ den daha iyi bir oyuncu olabilir. Çünkü her geçen yıl daha iyiye gidiyor.”
Aslında Abrahams pek de haksız sayılmaz. Durant, NBA’ de yakaladığı 30,1 sayı ortalamasıyla Lebron James’ in önünde birinci sırada yer aldı. Ancak o, şu anda skor yeteneklerinden başka şeyler düşünüyor. “Ofansif yönden zaten iyi durumdayım, sayı atabiliyorum. Ancak savunma ve ribaunt anlamında kendimi geliştirmeliyim. Bu aralar bunun için çalışıyorum.”
Texas Longhorns koçu Rick Barnes, Durant’ in başarısının arkasında basketbol dışı özelliklerinin olduğunu söylüyor. “Geçtiğimiz yaz, öğrencilerden biri birkaç şut atmak için salona gitmiş ve forması salonun tepesinde asılı olan Durant’ in eski takım arkadaşlarıyla oynadığını görmüş. Ne yapacağını bilemeyen utangaç çocuğun köşeye sinerek telefonla konuşma numarası yaptığını farkeden Durant, çocuğun yanına yaklaşmış ve “Selam ben Kevin, sen de oynamaz mısın?” diye sormuş.

Aslında takımın Seattle’ dan Oklahoma’ ya taşınması, aynı zamanda Durant ve Thunder için de bir çıkışın başlangıcı olmuş. Bu yükselişte koç Scott Brooks’ un onu şutör gard pozisyonundan 3 numaraya almasının da büyük rolü var. Ayrıca Oklahoma’ da mutlu hissettiğini söyleyen Kevin: “Seattle’ da olmak güzeldi, ancak gelecek konusundaki bilinmezlik bizi olumsuz etkiliyordu. Gidecek miyiz, kalacak mıyız derken maçlara yoğunlaşmakta zorlandık.” Oklahoma’ nın genç menajeri Sam Presti, NBA’ in en çok gelecek vaateden takımlarından birini kurdu. Son olarak James Harden gibi yetenekli bir gard ile kadrosunu derinleştiren Thunders’ ta bütün yükü Durant’ in omuzlarından alabilecek bir yapılanma söz konusu. Takım kendini geliştirirken boş durmayan Durant: “Öğrenmeye aç biriyim ben. Sezon bittiğinde genelde tatil bile yapmadan çalışıyorum. Kobe, Lebron, Carmelo gibi oyunculara baktığınız zaman pek boş durmadıklarını görürsünüz. Onlar durmuyorsa ben niye durayım?”

Sanırım son cümle, Kevin Durant’ in neden NBA’ in en çok gelecek vaat eden Süper Star adayı olduğunun en açık cevabı. Onu izlemeye devam edin. İyi seyirler…

Okan Çarga

Adana Gençlik Sarayı

Adana Gençlik Sarayı…

Tüm Adanalı basketbol severler için çok önemli bir mabet di Gençlik. Hüsnü Çakırgil’den, meşhur Asfalt Rıza’nın oğlu Hamit Prodan’dan Aşk-ı Memnu’nun yıldızı Kıvanç Tatlıtuğ’a kadar tüm basketbolcular için okul olmuş bir yerdi Gençlik Sarayı. Alaattin Atsal da orda basketbol oynadı oğlu Atahan da, M. Ali Kıraç da orda basketbol oynadı oğlu Cihangir de ama benim oğlum maalesef orda basketbol oynayamayacak.

Adana’nın merkezinde oluşundan mıdır yoksa bir kere adının çıkmasından mıdır Adana’nın en iyi basketbolcuları günün ilk ışıklarından başlayıp ışıklandırma yardımıyla gece geç saatlere kadar basket oynarlardı.  Ömrümün bir kısmı oradaki çemberlere top atarak geçti.

4 tane potası vardı. Bu 4 pota sanki sınıflandırılmış gibi kendiliğinden paylaşılmıştı. En iyi oynayanlar sosislisi ve tostuyla meşhur büfesinin hemen yanındaki potada, biraz daha genç olanlar ama yine çok iyi oynayanlar hemen karşısındakinde oynarlardı. Basketbolu biraz daha zayıf olanlar ve yaşı küçükler bu sahayla dip dipe olan diğer sahanın potalarını paylaşırlardı.
Çoğu zaman normalde çarşıya çıkmış olanlar bile dayanamayıp içeri dalar ve bir maç yapmadan geri çıkmazlardı. Gençlik’in kapısında sanki yoklama alınıyormuş gibi tüm tatil vakitlerinde eksiksiz bir şekilde orda toplanırdık. Turnuva üstüne turnuva yapardık veya kazanan hep sahada kalırdı ve oynamak isteyen 3 sayı çizgisinden tek atış yapardı. İsabet kaydeden oynama hakkı kazanırdı ama bu öyle kolay olmadı. Bazen 4 takım varsa tamamı aynı anda sokardı 3 sayılık şutu. Kimi zaman oyuna başlamak için bile yarım saat geçerdi.

Açık hava olmasına rağmen Spor Sergi Sarayı’nın İstanbul’a yarattığı havayı biz Adanalılara yaşatırdı. Basketbol camiasından birisini arayan hafta sonu Gençlik’e geldiği anda aradığını bulurdu. Portatif tribünleri her zaman doluydu. Yoldan geçenler, oyun için sırasını bekleyenler, arkadaşlarını izlemeye gelenler bazen o kadar fazla olurdu ki tribünde oturacak yer dahi bulamadığımız olurdu.

2. ligde oynayan ya da Adana’nın iyi kulüplerinde oynayan basketbolculara karşı hiçbir kulüp deneyimi olmayan ama iyi basketbol oynayan oyuncular karşılaştıkları zaman ortaya büyük bir kapışma çıkardı. Kulüplerde oynamayan oyuncular aslında biz sizden iyiyiz mesajı vermek için ellerinden geleni yaparlardı.
Henüz Adidas’ın ve Rebook’ın Sokak basketbolu turnuvalarının moda olmadığı dönemlerde Gençlik de Bahar Turnuvalar oynanırdı. Hem de çift pota. Hüsnü Çakırgil’in Güney Sanayi formasıyla oynayıp şampiyonluk yaşadığı bu turnuvanın son kazanan takımının oyun kurcusuydum. İstanbul da Spor Sergi’nin başına gelenler bizim Gençlik’in de başına geldi. Adana’nın spor düşmanı belediye başkanı Aytaç Durak tarafından tarihine hiç bakılmadan yıkılan Gençlik Sarayı’nın yerinde şu anda bir park bulunuyor. Sanki Adana da hiç park yokmuş gibi hemen dibinde Atatürk Parkı gibi kocaman bir park varken bizim mabedimizi yıktılar. Adana DSİ formasıyla düzenlenen son Bahar Turnuvasını kazanmıştım. Üzerine birçok şampiyonluk kazandım ama basketbolu öğrendiğim ve geliştirdiğim yerde kazandığım şampiyonluğu hiçbir şampiyonluğa değişmem.

Aslında çöküşü önceden görebiliyorduk. Bu kadar çok gencin olduğu yere zamanla art niyetli kişiler de takılmaya başlamışlardı. Güvenlik zafiyetleri buraya gelen kişilerin profilini biraz olsun etkilemeye başlamışlardı. Şikâyetlerimiz artınca buraya bir bekçi koydular ama bu bekçi bu sefer bizi dahi içeriye almamaya başladı. Kart uygulamasına geçildi ama doğal olarak oturtulamadı.
Sonra yıkım kararı geldi. Eylem yaptık, yıkılmasın diye uğraş verdik ama nafile. Acımadan yıktılar. Hemen karşısına uyduruk hatta dandik bir yer yaptılar ama sahası uygun değildi, tribünleri yoktu ve sahaya girebilmek tam anlamıyla bir meseleydi. Belki potaları çok daha iyiydi ama hiçbir zaman Gençliğin yerini tutmadı.
Gençlik Sarayının müdavimleri Balcalı da bulunan üniversiteye ait tesislere attılar yani Adana’nın bir ucundan bir diğer ucuna geldiler. Merkezden bir hayli uzaklaştılar. Hala da onları orda bulabilirsiniz. İlgi arttıkça Balcalı da büyüdü gelişti. Mevcut basketbol sahalarına yenilerini eklediler. Gençlik tayfasını ise o gün bugündür havuza en yakın sahada yer alan potalarda bulabilirsiniz. Bir hafta sonu yolunuz düşerse kafanızı çevirin ve havuzun yanındaki potanın hemen karşına göz atın. Gençlik camiasını orda bulacaksınız.

Hamit Prodan, Atahan Stacey Atsal, Fahri Erek, Ozan Kurdak, Koray Veziroğlu, Koray Cengiz, Mustafa Ongun

İLKER KESER

Altyapı – Çalışmak…

Çalışmak…

Hiçbir oyuncu aktif basketbol kariyerinin ne kadar süreceğini bilemez. Kendisini kimlerin izleyeceğini, izleyenlerin onu kaç idman ya da maçta izleyeceğini bilemez. Zevkli, bununla beraber zor bir meslektir basketbol oyuncusu olmak. Her hafta performansınız gözlemlenir. Nasıl savunma yaptı? Kaç sayı attı? Ve buna benzer birçok yazılı ve yazılı olmayan veriler ile oyuncunun performansı ölçülür.

Oyuncu her zaman oynamaya hazır olmalıdır. Aslında bir ödüldür maçta oynamak. Oyuncuya verilebilecek en büyük ceza “oynatmamaktır”. Bu ödüle ulaşmanın yolu ise çalışmaktır. İdmanların hakkını vermek, kaytarmamaktır.
Her oyuncu “süper star” olamayacaktır. Fakat bu her oyuncunun “iyi oyuncu” olabileceği gerçeğini değiştiremez. Bence her oyuncu, “iyi savunmacı”, “şutör”, “takım oyuncusu” olma özelliklerinin bazılarını ya da hepsini taşıyabilir.
Her oyuncu evet şut sokamayabilir, bununla beraber savunma yapabilir ya da takımına kenardan gelip destek olabilir, bu özellikler saymakla bitmez.

Her idmanda aynı disiplinle çalışan oyuncular zaman içinde geliştiklerini gözlemleyeceklerdir. Bu da onların maçlarda alacakları süreyi olumlu yönde etkileyecektir. Yaşıtlarına oranla daha fazla yetenekli olan genç oyuncuların bazıları, o yeteneklerinin ardına sığınarak daha az çalışırlar. O yetenekleri onları bir süre idare eder fakat yıllar acımasızca ilerler ve o oyuncu birde bakmış ki sığındığı yetenekler maalesef ki kendisine yetmez olmuş. Birde bakmış ki, aynı kaplumbağa ve tavşan hikâyesinde olduğu gibi kaplumbağa kardeş bu uzun maratonda onu geçmiş.

Altyapı oyuncularının en büyük hayallerinden biri şampiyona görebilmek ve orada iyi performansa gösterip, A takıma yükselme şanslarını arttırabilmektir. Tabii ki bu uzun bir yoldur. Yaz idmanları, hazırlık maçları, kendi bölgelerinde oynanan maçlar, oynadıkları il’e göre ya gruplara ya da direk şampiyonaya gitme ve bütün senenin emeğini o şampiyonada alma isteği. Yani çalışmak, çalışmak ve çalışmak…

A takımlarda ise her hafta aslında bir finaldir. Telafisi olmayan bir maçın kaybedilmesi, bir oyuncunuzun sakatlanması eğer takım değilseniz sizi zorlayacaktır. Bununla beraber her hafta gösterdiğiniz performans sizin kariyerinizin seyrini belirleyecektir. Bunu da, belirleyen şey çalışmak, çalışmak ve çalışmaktır…

İster altyapı, ister A takım seviyesinde olsun oyucunun çalışması onun kariyerinin ne yönde ilerleyeceğini belirleyecektir.
Çalışkan, yüreğini sahaya koyan, özelliklerini bilen oyuncular başta seyirciler olmak üzere kimsenin aklından çıkmazlar…

Emre DAĞDELEN


Taraftar Desteği

TARAFTAR DESTEĞİ ?
Geçtiğimiz günlerde Bornova Belediye – Oyak Renault maçını salondan takip etme fırsatım oldu. Bornova Belediye maçı rahat bir oyunla kazandı ve play off için büyük bir avantaj sağladı. Nitekim de play off lara kaldılar. Bornova’nın oyununu beğendim fakat taraftar için aynı şeyi söyleyemem. 10.000 kişi kapasiteli Halkapınar Spor Salonu’nda maçı takip eden yaklaşık  250 – 300 kişi vardı. Bornova Belediye gibi 2 yılda TBL’ye çıkan , ilk sezonunda play-off’lara kalan bir takım için bu sayı oldukça az. Hele hele İzmir gibi bir basketbol şehrinde. Sanırım İzmir henüz bu takımı sahiplenemedi. Bir diğer İzmir takımı olan Pınar Karşıyaka ise maçlarını dolu tribünlere oynuyor ve taraftarın takımı ateşlediği inkar edilemez bir gerçek. Arkasına taraftarını alan Pınar Karşıyaka’yı KSK arenada yenmek oldukça zor.

Tribüne gelen taraftarın takımı ateşlemeyi bilmesi de çok önemli. Mesela Bornova Belediye maçında tribünlerdeki bir amcanın kendini coach sanıp bağıra çağıra oyunculara taktik vermesi, onları azarlamasını garipsemiştim. Taraftarın birlik içinde takımı ateşleyici tezahüratlar yapması oyuncular için oldukça önemli.Bu durum sadece Bornova Belediye için geçerli değil tabiki. Basketbolumuzun en büyük sorunu maçların boş tribünlere oynanması. Tribünlerin dolmamasının en büyük nedeni ise basketbolun yöneticileri.Ben bu yöneticilerin şuana kadar basketbolu sevdirmek adına  bir şey yaptıklarını görmedim.Fiyatları 30 ile 250 tl arası değişen futbol maçlarına giden taraftarın 5 – 10 tl ücretli basketbol maçlarına gelmemesi için hiçbir neden yok.Salonlardaki yüksek tempo ve görsel şovlar ise basketbolun futbol karşısındaki en büyük avantajı.

Avrupa’da ise durum biraz farklı. Mesela Cenk Akyol’u izlemek için Air Avellino maçlarını izlediğimde salonun neredeyse tamamen dolu olduğunu görüyorum. Avellino’da yüksek bütçeli bir takım değil ve play off  için oynamalarına rağmen taraftar takımına olan desteğini hiç kesmiyor.Partizan’ın da taraftar desteğini arkasına alıp Euroleague’de  aldığı başarılı sonuçları hepimiz gördük.Burada devreye basketbol kültürü giriyor.Salonlara ve takımlarımızın Avrupa başarılarına baktığımızda henüz basketbol kültürümüzün oluşmadığını görüyoruz.Buradan geçmiş federasyonların doğru işler yapmadığını anlamak güç değil.Bundan sonra yöneticilerin taraftar sorununa çözüm bulması gerekir yoksa basketbolumuz sürekli geriye gider.Milyon dolarlık takımların boş salonlara oynaması anlamsız.

Önümüzde ülkemizde gerçekleşecek olan 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası var.TBF şuana kadar gayet başarılı işler yaptı.Umarım şampiyonayı başarılı bir şekilde atlatırız ve basketbol kültürümüzü biraz da olsa geliştirebiliriz.Satışa çıkan biletlerin kısa bir süre içinde tükenmesi ise oldukça sevindirici bir gelişme.
Salonların dolması dileğiyle.

Halil Özçevik
halilozcevik@3sayi.com


Euroleague 2010 Şampiyonu Barcelona

TOTAL BASKETBOL ŞAMPİYON…

Son zamanlarda meşhur tabir olan Total Futbol, Barcelona Futbol Takımı sonrası büyük kitlelere yayıldı. Özellikle ülkemizde Rijkard’ın Galatasaray’a gelişinden sonra hemen hemen her futbol programında istisnasız konuşulur oldu. Hollanda ekolünün dünyaya yansıması futbolda her oyuncunun (kaleci hariç) her mevkide maksimum verimle oynamasına dayanıyor. Bunu basketbola yansıtırsak sanırım her oyuncunun her mevkide oynama potansiyeli Litvanya ve Sırp ekolü olan basketbolcularda biraz daha fazla yalnız oyunun her iki alanında da hem hücumda hem savunmada en efektif oynayan takım dersek sanırım son sezonki Barcelona olur. Zaten futbol şubesinden etkilenerek kalıtsal bir başarı basketbola da bulaştı şüphesiz. Muazzam bir sezon geçiren takım Euroleague finallerinde de rakiplerini tam anlamıyla boğarak şampiyon oldu. Perşembenin gelişi her ne kadar çarşambadan belli olsa da bu takımdan daha büyük bütçeler kurup hüsran yaşayan çok takım olduğu da açık bir gerçek.
Barcelona uzun yıllardan bu yana savunma gücünü hücum potansiyeliyle bu kadar efektif bir araya getiren nadir takımlardan biri zaten sezon boyunca hem liginde hem Avrupa’da aldığı sonuçlar bunu teyit ediyor. Doğru bölgelere doğru parçalar eklemek ve bunları maksimum verimle oynatmak başarıyı getirdi. Tecrübeli ve genç kombinasyonunu da oldukça iyi harmanlayan takım tarihi bir başarıya imza attı. İşte bu başarı futbol takımıyla öyle özdeşleşti ki Messi-Rubio, Xavi-Navarro betimlemeleri sıkça yapıldı. Xavier Pascual ile böyle bir başarı elbette daha değerliydi çünkü bu isim diğer “kurt” rakipleri kadar kariyerli ve tecrübeli değildi hatta onu da Guardiola betimlemesiyle anlatsak sanırım yanlış olmaz.

CSKA maçında oyunun her anında kontrol elinde olup kendini zorlamadan enerjisini çok tasarruflu kullanarak nasıl maç kazanılırın resmini bize açıkça çizdiler. Bir oyuncunun değil her oyuncunun ortak katkısıyla büyük işler başaran bir iskelet kuruldu ve sistem işlemeye başladı bu önümüzdeki sezonda birileri gitse de muadil başarıların gelebileceğinin göstergesidir.  Özellikle Rubio ve Navarro’nun bu sezonki çıkışı başarının anahtarını hep ellerinde tutmalarını sağladı. Savunmanın nasıl yapılacağını adeta sezon boyunca ders niteliğinde izlettiler CSKA maçı da bunu teyit eder nitelikteydi. CSKA bir basketbol kültürü olmasına rağmen sezon boyunca ki istikrarsızlığının sıkıntısını bu maçta fazlasıyla yaşadı.

Partizan sezonun Barcelona ile birlikte en flaş takımıydı şüphesiz ve eğer o son saniyede Childress’ın basketi olmasaydı gönüllerin finalini izlemiş olacaktık. Oyuna fırtına gibi başlayan Partizan bir anda acaba dedirtecek kadar işlerin bir yenisine daha imza atmak için sahada olduğunun sinyalini verdi. Ancak birçok pozisyonda eşleşme sıkıntısı yaratan ve yaratıcı yeteneği fazla olan Olympiakos oyunu dengeledi ve muhtemel bir sürprize kolay kolay mahal vermeyeceklerini yansıttı. Yine de büyük hoca Vujosevic elindeki minimum kaynakla maksimum verimi elde ederek işi uzatmalara bıraktı ama kadro derinliği ve tecrübesi daha doğrusu takımın nefesi final için yeterli olmadı. Yine de Barcelona ne kadar takdir gördüyse en az Partizan’da o takdiri hatta bazı kesimlerce daha fazlasını gördü.

Üçüncülük maçında da işi kolay bırakmayıp yine kaderin bir cilvesiyle uzatmayla CSKA’ya mağlup oldu aslında galiptir bu yolda mağlup deyimi Partizan’a çok iyi yakıştı hatta gönüllerin şampiyonu demek hiçte yanlış olmazdı. Kecman ve McCalebb’i yeniden yıldızlaştıran Maric ve Vesely gibi iki genç ismi basketbola kazandıran ve elindeki isimleri en etkili nasıl kullanabilirin dersini veren bir takım ayakta alkışlanmayı hak etti.

Ve şampiyon; Barcelona sonuna kadar bunu hak ettiğini sezonun belki de en etkili oyunlarından biriyle ispatladı. Olympiakos’a nefes aldırmadan açık ara fark atan Barcelona adeta gözdağını bir dahaki sezon içinde rakiplerine verdi.

Son not; Barcelona’nın basketboldaki başarısını futbol takımıyla özdeşleştirirsek sanırım Bursaspor’un başarısını da basketbolda Partizan ile eşleştirmek pek yanlış olmaz. Bu sezonki bütün şampiyonlara(gönüllerin şampiyonları dahil) sonsuz tebrikler.

Önder Akcollu


Ricky Davis Röportajı

Kadrosunda bulundurduğu kaliteli yerli oyuncuların yanına sezon ortasında NBA’in tecrübeli oyuncusu Ricky Davis’i transfer eden Türk Telekom, Türkiye basketbolu adına çok önemli bir transfer yaptı.

Sezon bitmeden önce görüştüğümüz Ricky Davis, Türkiye’de Türk Telekom’da olmaktan çok mutlu olduğunu ve organizasyonun çok başarılı olduğunu söylerken, takımda birçok kaliteli oyuncu bulunduğunu sözlerine ekledi.

Türk yemeklerinden köfte ve baklavayı özellikle çok seven NBA patenetli oyuncu, insanların ilgisinden çok mutlu olduğunu, takımdaki herkesin İngilizce bilmesinin çok büyük avantaj olduğunu belirtti.

3SAYI: Öncelikle Avrupa’da oynama kararını ve Türk Telekom’u seçme nedenlerini öğrenebilir miyiz?

Ricky Davis: Clippers’dan sonra menajerim ile beraber karar vermemiz gerekiyordu ve Amerika’da NBA dışındaki takımları düşünmeye karar verdik. Avrupa’da ki görüşmeler sonucu Türk Telekom’un benim için en doğru karar olabileceğini söyledi. Buraya geldiğimde gerçekten doğru bir karar verdiğimizi anladım.

3SAYI: Buraya gelmeden önce Türkiye hakkında ne düşünüyordun?

R.D: Açıkçası çok fazla bir bilgim yoktu. Nasıl bir yer olduğunu ve insanları hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Bu yüzden başta endişelendim açıkçası. Sonuç olarak basketbol hayatım boyunca hep Amerika’da oynadım. İlk defa bilmediğim bir ülkede oynayacaktım. Ama buraya geldiğimde insanların çok sıcakkanlı olduğunu gördüm. Türkiye bence çok güzel bir ülke.

3SAYI: NBA’de 12 sene oynamış bir oyuncu olarak Beko Basketbol Ligi’ni seviye açısından nasıl buluyorsun?

R.D: Beklediğimden üst bir seviyede olduğunu itiraf etmem gerek. Ligde çok önemli ve üst seviyede oyuncular var. Ayrıca NBA’de forma giymiş birçok oyuncu bulunuyor. Ligin kalitesi için önemli bir etken bence bu. Ayrıca bünyesinde aynı zamana Avrupa’da mücadele eden takımlar bulunuyor. Mücadeleci ve zorlayıcı bir lig olduğunu düşünüyorum.

3SAYI: NBA’de oynanan basketbol Avrupa’nın tarzına göre çok farklılıklar bulunduruyor. Başlangıçta ayak uydurmak senin için zor oldu mu?

R.D: Açıkçası çok fazla zorlanmadım. Bazı kurallar farklı ama onlara bir süre sonra ayak uydurdum. Genç bir oyuncu olmadığım için, tecrübemin sayesinde bu zorluğu rahat aştığımı düşünüyorum. Fiziksel gücün önemli olduğu bir ligden geldim, ama burada da gücün çok önemi var. İki lig arasında ki farklılıkların beni zorladığını söyleyemem.

3SAYI: NBA’de çok eleştirilen bir oyuncu olmana rağmen Türk Telekom’da başarılı bir dönem geçirdiğini gözlemledik. Bu konu hakkında ne düşünüyorsun?

R.D: Burası NBA’den çok farklı, orada yaptığınız her şeyin kurallara uygun olması lazım. Çok sıkı denetlenen ve en ufak bir hatanın karşılığının olduğu bir yer. Ama Türkiye’de oyun sistemi çok daha farklı ve NBA ile kıyaslandığında daha rahat bir lig. O yüzden Türk Telekom gibi bir takımda olduğum için mutluyum. NBA’de ki senelerimi artık bir kenara bıraktım ve burada yeni bir sayfa açtım. Ama orada da çok güzel senelerim oldu. Her basketbolcunun hayali NBA’de forma giymektir ve ben 12 sene boyunca oradaydım. Ama dediğim gibi Avrupa artık benim için yeni bir başlangıç.

3SAYI: Play-off’larda Beşiktaş ile eşleşerek güzel bir seri izledik. Beşiktaş serisini nasıl değerlendiriyorsun?
R.D: Bence takım açısından çok iyi maçlar ortaya koyduk, takımda ki herkes çok tecrübeli ve istekliydi. Son maçı kazanabilseydik seriyi İstanbul’a taşıyıp kazanma ihtimalimiz vardı ama olmadı. Yine de iyi basketbol oynadığımızı düşünüyorum.

3SAYI: Önümüzde ki sene için neler söyleyebilirsin?
R.D: Henüz kesin olan bir şey olmadığı için önümüzdeki sene için şimdiden bir yorum yapamam ama umarım benim için en iyisi olur.

3SAYI: Bu kadar sene Amerika’da ailen ve arkadaşlarının yanındayken şu anda onlardan uzakta olmak nasıl bir duygu?
R.D: Gerçekten çok zor. Ailemden bu kadar uzakta hiç olmamıştım daha önce. 3 tane çocuğum var ve onları çok özlüyorum. Sürekli internetten konuşuyoruz ama tabi ki aynı şey değil. Önümüzdeki sene onların da benim yanımda olmasını istiyorum, çünkü çok özlüyorum böylecilikle ben de daha rahat olabilirim.

3SAYI:
Peki NBA playoffları için neler düşünüyorsun, sence kim şampiyon olur?
R.D: Lakers-Celtics finallere kalacak gibi gözüküyor.

3SAYI: Lebron James’in draft edilmesi senin takımdan ayrılman ile sonuçlanmıştı. Bu konuda hiç kızgınlığın ya da başka bir duygun oldu mu?
R.D: Ben Cleveland’da oynarken, aynı yapıya ve tarza sahip oyuncular vardı. Lebron kesinlikle çok yetenekli bir oyuncu ve bunu lige geldiği ilk andan itibaren gösterdiler. Benim başka takıma gitmemin kişisel bir sorun olduğunu hiç düşünmedim. Sonuç olarak genç bir oyuncuydu ve dediğim gibi çok yetenekli. Takımdan ayrılmam ona daha fazla sorumluluk verdi ve kendini geliştirmesinde daha çok etkisi oldu bence.

3SAYI: 2002-2003 sezonunda Utah Jazz maçında triple-double yapmak için kendi potana basket atıp ribaundını alman hala ne zaman senin hakkında konuşulsa ilk akla gelenlerden oluyor
R.D: Evet, triple-double yapmak için kendi potama basket attım, şimdi geriye dönüp baktığımda aynen burada bizim güldüğümüz gibi gülüp geçiyorum. Gençliğimin verdiği bir heyecanla yaptım sonuç olarak. Ilk triple-double’ım olacağı için çok heyecanlanmıştım ama yeterli vaktim yoktu, NBA’de ki oyun gücünün yanında eğlencenin de verdiği etki var ve o anda ben de bunun yapılabilecek en mantıklı karar olduğunu düşünmüştüm.

3SAYI: Babanla aile ilişkilerinin çok iyi olduğunu biliyoruz, baba-oğuldan çok arkadaş gibi olmanız ilişkinize neler katıyor?
R.D: Babam gerçekten hayatımda ki en önemli insanlardan biri. Bugün burada olmam tamamen onun sayesinde oldu çünkü bana basketbola dair her şeyi o öğretti. Hayatımın her döneminde hep yanımdaydı ve hep destek oldu. Sadece babam değil antrenörümdü de aynı zamanda. Benimle hep yakından ilgilendi ve neyi nasıl yapmam gerektiğini gösterdi. Beraber maçları izliyorduk ve değerlendirmesini yapıyorduk sonrasında. Normal baba-oğul ilişkisi gibi değildi bizim ilişkimiz. Aynı zamanda kardeşimde basketbol oynuyor NCAA’de. Belki seneye o da benimle beraber Türk Telekom’da oynar 

3SAYI: NBA’de oynayan Türk oyuncular için neler düşünüyorsun?
R.D: Bence gerçekten iyi bir seviyedeler. Hidayet geçen seneye göre daha kötü bir sene yaşasa da Hido ve Memo  bence takımları için önemli oyuncular.

3SAYI: Türk yemeklerini nasıl buldun?
R.D: Çok güzeller. Köfte ve baklavayı çok sevdim. Eşim çocuklarımla beraber ziyarete geldiğinde O da baklavayı çok beğenmişti.

3SAYI: Peki Ankara’yı nasıl buluyorsun?
R.D: Ankara güzel bir şehir ama biraz büyük. Özellikle araba kullanırken bazen zorlanıyorum. Çünkü neyin nerede olduğunu çok bilmiyorum ve sorabileceğim kimse de olmuyor. Ama insanların ilgisinden çok mutluyum, çok iyi ve sıcakkanlı davranıyorlar. Bazen alışveriş merkezinde dolaşırken bakıyorlar ve basketbolcu olduğumu anlayınca fotoğraf çektirmeye geliyorlar. Onun dışında Türk Telekom’da ki organizasyon çok güzel. Dediğim gibi mutluyum. Herkes çok iyi davranıyor.

3SAYI: Takımda en iyi anlaştığın oyuncu kim?
R.D: Hepsini çok seviyorum, hepsi gerçekten çok iyi davranıyorlar. Özellikle İngilizce bilmeleri çok yardımcı oluyor. Ama Erwin ve Mallet ile iyi anlaşıyorum.

3SAYI: Son olarak şu anda Türkiye’de oynayan daha önce NBA’de oynamış oyuncular için neler söyleyebilirsin?
R.D: Bence hepsi çok iyi oyuncular ama NBA’de bir takımda tutunmak çok kolay değil. Dediğim gibi çok fazla kurallara dayalı ve fiziksel olarak çok yorucu bir lig. Ama Avrupa’da ki çoğu ülke eskisine göre daha üst seviyede basketbol sergiliyor. NBA’de ki oyuncuların Türkiye’de iyi performansta olduklarını düşünüyorum.

3SAYI: Vakit ayırdığın için teşekkür ederim
R.D: Ben teşekkür ederim.

Röportaj : Gizem Kumbasar

Altar Tunçkol Röportajı

1970 yılında Ankara’da doğan ve basketbol hayatına Ankara DSİ Kulübü’nde başlayan Antalya BŞB’nin koçu Altar Tunçkol, Oyak Renault altyapısında yetişti ve 1989-1990 yılında Efes Pilsen ile ilk A Takım tecrübesini Aydan  Siyavuş önderliğinde yaşadı. Daha sonrasında Fenerbahçe, Darüşşafaka gibi Türkiye’nin önde gelen kulüplerinde oynayan, oyun kurucu antrenör, Murat Didin, Aydın Örs gibi Türkiye’nin en önemli antrenörleri ile beraber çalışarak, Orhun Ene, Levent Topsakal gibi başarılı oyun kurucuların yedeği oldu. Genel olarak benchten gelen bir oyuncu olarak, bugün hala kendisinin katkıları konuşulurken; “Önemli olan ilk beş başlamak yada benchten gelmek değil, takımınıza ne kadar katkı yapabildiğiniz. O yüzden genç oyuncular ilk beş başlamadıkları zaman antrenörlerin kendilerini umursamadıklarını yada unuttuklarını düşünüyorlar. Ama yaptıkları katkı ve başarı ilk beş başlamaktan daha önemli” açıklamasını yaptı.

Bu sene tüm dünyada olduğu gibi ülkemizi de etkisi altına alan ekonomik kriz, diğer birçok kulüp gibi Antalya BŞB’nide etkiledi, hatta yaşanan maddi sorunlar Altar Tunçkol’un istifasına neden oldu. Fakat aynı gün Belediye Başkanı ile görüştükten sonra kararını geri çekti. Bu konu ile ilgili; “Yaşanan maddi sıkıntılardan dolayı bireysel olarak ve takım olarak yıprandığımızı düşünüyorum. Ben istifa kararımı aldığımda düşündüğüm tek şey oyuncularım ile aramdaki iletişimin bozulmamasıydı. Takım yapısının bozulduğunu düşünmeye başlamıştım. Ama bu kararı almadan önce Belediye Başkanı ile görüşmem gerekiyordu” açıklamasını yaparken, bu sezonu başarılı olarak değerlendirdiğini ve önümüzde ki sene özellikle Türk oyuncuların büyük bir kısmını kadroda tutarak yola devam etmek istediğini belirtti.
Antalya BŞB dışında antrenör olarak yapısını ve Türkiye Basketbolunu değerlendirdiğimiz Tunçkol, Türkiye’de oynanan basketbol seviyesinden çok memnun olmadığını ve bunun gelişmesi için altyapıya daha çok önem verilmesi gerektiğini sözlerine ekledi.

3SAYI: Oyunculuk kariyeriniz sona erdikten sonra, antrenörlüğe karar vermenizde ki sebepler neler?
Altar Tunçkol: Aileden gelen bir spor kültürünün içinde olduğumdan dolayı, oyunculuk kariyerim boyunca da aklımda ilerisi için antrenörlük vardı ve çok geç olmadan antrenörlüğe başlamam gerektiğini düşündüm. Oyunculuk dönemim için 31 yaşında bırakmama rağmen, erken yaşta sona erdirdiğim söylenebilir ama kendi açımdan basketbolun çok iyi gitmediğini düşünüyordum, açıkcası çok da keyif almıyordum. Genç yaşta bir antrenör olmak için, oyunculuk kariyerime son verdim.

3SAYI: Oyunculuk döneminize baktığımızda çok iyi bir şutör-guard olduğunuzu görüyorduk ve sizce guardlıktan gelen oyuncuların antrenörlükte farklı bir bakış açısı oluyor mu? Eğer oluyorsa nasıl bir bakış açısı oluyor?
A.T: Oyun kurucular oyunun her tarafını düşünen, her şeyi organize edebilen ve antrenöre daha yakın kişiler olarak sahada bulunuyoruz. Bu da oyun kuruculuktan gelen antenörler için avantaj diye düşünüyorum. Çünkü sahada 5 kişinin içinden biz de bir antrenör gibi düşünüp, oyunun içinde herkesi kullanma açısından karar alıyorduz. Bir nevi sahanın içindeki antrenördük. Herhalde bu yönden bir avantajımız var diye düşünüyorum.

3SAYI : Darüşşafaka’da Ahmet Çakı’nın askerliğe gitmesi ile ilk A Takım antrenörlüğünüzü yaşadınız. O süreci nasıl değerlendirdiniz?
A.T: 3 sene Darüşşafaka’da altyapıda çalıştım, altyapı sorumlusuydum. Ahmet’in askere gitmesiyle beraber bana teklif edildi ve tabi ben de düşünmeden kabul ettim. Kendi altaypımızda yetişen oyuncuların antrenörü olmak ve onlarla A Takım’da beraber çalışmak benim için çok büyük bir avantajdı. İlk A Takım tecrübem için bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Daha sonrasında ise benim ve takımın yapısına uygun birkaç transfer gerçekleştirip, ilk senemi başarı ile kapattığımızı düşünüyorum.

3SAYI: Darüşşafaka altyapı açısından Türkiye’nin en önemli kulüplerinden biri. Siz de uzun bir dönem boyunca altyapıda genç oyuncularla beraber çalışan bir antrenör olarak şu anda Türkiye’deki altyapı çalışmalarını ve genç oyuncuları nasıl değerlendiriyorsunuz?
A.T : Ben yaklaşık olarak 5 sene altyapıda görev aldım ve ayrıca Orhun Ene ile  beraber Milli Takımlarda görev aldım. O yüzden özellikle 86-90 jenerasyonu çok iyi biliyorum. Son yıllarda, özellikle son 10 yılda altyapıya büyük önem veriliyor. Türkiye Basketbol Federasyonu altyapı çalışmalarının önemini artık daha iyi biliyor ve ona gore organizasyonlar kuruldu. Bu bilinçlenmenin etkisi ile çok iyi genç oyuncular yetiştiğini düşünüyorum. Ama mevcut oluşumların yeterli olduğuna inanmıyorum. Darüşşafaka gibi birçok takımın altyapı çalışmalarına gereken önemi vermesi lazım. Karşıyaka Kulübu senelerdir altyapı çalışmaları ile dikkat çekiyor ve çok değerli oyuncular yetiştirdiler. Onun yanında Efes Pilsen, Banvit, Tofaş, Fenerbahçe’yi sayabiliriz. Ama bu sayılar yeterli değil. Biz Antalya’da altyapı çalışmaları yapıyoruz ama bu da sonuçta altyapı organizasyonları belirli bir bütçe işi, çok kolay bir iş değil. O yüzden de son dönemlerde yapılan katkıya diğer kulüplerin de ayak uydurması gerekiyor.

3SAYI: Altyapı olarak Antalya’da yaptığınız çalışmalardan bize biraz bahsedebilir misiniz?
A.T: Bizim bu sene altyapı çalışmalarımız daha farklı şekilde yürütülmeye başlandı, farklı bir düzenleme içine girdik. Daha küçük oyuncular üzerine yoğunlaştık. Ama tabiki de bu çalışmalar yeterli değil. Dışarıdan oyuncu alamadığımız için, odak noktamız Antalya’da yetişen genç oyuncular oluyor. Bu aslında biraz sınırlı oluyor bizim için. Mesela Avrupa’ya baktığımız zaman Kızılyıldız, Partizan ileri seviyedeki takımlar bütçelerinin çok önemli bir kısmını altyapı çalışmalarına ayırıyorlar. Türkiye’de hiçbir kulüp şu anda o aşamada değil, ama biz çalışmalarımızı seneye daha da arttırarak kendimizi altyapı çalışmalarında geliştirerek ilerleyeceğiz.

3SAYI: Eğer biraz oyunculuk döneminize dönersek, o dönemki Türkiye basketbol u ile bu zamanda ne farklılıklar var?
A.T: Herşeyden önemlisi, bence şu anda gerek basketbol kulüpleri, gerek federasyon gerek oyuncular çok daha profesyonel çalışıyorlar. Iletişimin ve teknolojinin gelişmesi ile hem Amerika hem de Avrupa ile daha yakın ilişkiler kuruluyor. Antrenman programlarına kadar herşey değişti, benim gençliğimde bu kadar yoğun antrenman programı olmuyordu. Oyuncuların beslenmeleri bile kulüpler tarafından dikkat edilecek şekilde ayarlanıyor. Son senelerde ki dışarıya yakınlığımızla beraber bence Türkiye’de basketbol çok daha ileri seviyede ancak işte söylediğim bu gibi yetmiyor. Daha fazla yatırım yapılmadığı, kulüplerin altyapıya önem vermediği sürece bu gelişim yeterli olmaz, bizi sadece belirli bir noktaya kadar getirir. Ayrıca sistemimizde yanlış olan birşey var; okul ile basketbol hayatı arasında sporcular tercih yapmak zorunda kalıyor. Eğitimi spor hayatının yanına eklememiz lazım. Genç oyuncular bir okula toplanıyor, çok fazla derse girmeden hem okul takımı hem de kulüp takımını bir arada götürüyorlar ve eğitimlerini o şekilde tamamlıyorlar. Sonrasın da ise üniversite eğitiminde profesyonel olarak spor hayatına devam etmek isteyen gençlerin önüne bir tercih çıkıyor. Bu sistemin bu şekilde olmaması lazım, oyuncuların aynı zamanda eğitimlerini de tam anlamıyla almaları lazım diye düşünüyorum.

3SAYI: Efes Pilsen ve Fenerbahçe gibi büyük takımlarda benchten gelen bir oyuncu olarak, çok katkı sağlayabileceğinizi ve ilk beşte başlamanın önemli olmadığını gösterdiniz.
A.T: Aslında oyuncuların aklında ilk beş başlamadıkları zaman antrenörün onu düşünmediği ya da ikinci plana attığı gibi bir düşünce oluşuyor, ama bu kesinlikle doğru bir düşünce tarzı değil. Evet oyuna başlamadan önce tüm antrenörlerin kafasında ilk beş oluşuyor ama 4 periyod boyunca aynı oyuncular ile devam edilemez. Oyunun her saniyesinde farklı bir yapıya sahip olan oyuncuya ihtiyaç var. Antrenörlerin hepsi oyuncu seçimlerini yaparken, o oyuncudan ne alabileceğini, takıma nasıl bir katkı katabileceğini düşünerek takım bünyesinde bulundurur. Ben mutlaka oyun planımı kurarken minimum on oyuncu üzerine kuruyorum ve hakikaten diğerlerinin  başlayanlardan bir farkı olmadığını hem her maça değişik beşle başlayarak hem de oyun içerisinde iyi oynadıkları zaman onlara daha fazla şans verip bunu onlara göstermeye çalışıyorum. Ben dönem dönem Leven Topsakal, Orhun Ene, Hakan Yörükoğlu gibi çok iyi oyuncularla beraber oynadığım bazı dönemler oyuna beraber başlasak bile bazı dönemler onların yedeği olarak benchten gelerek katkı sağladım. Ben hiçbir zaman benchten gelmenin problem olduğunu düşünmedim, önemli olan aldığınız süre içerisinde takıma verdiğiniz katkıdır.
3SAYI: Peki yine benchten katkı sağladığınız unutamadığınız bir anınızı bizimle paylaşabilir misiniz?
A.T: Herkesin bildiği bir tane Yunanistan maçı var. O zamanlar yurtdışında çok kolay galibiyetler alınmıyordu. Ilk A Takım’a çıktığım senemdi ve 18 yaşındaydım, antrenörümüz ise rahmetli Aydan Siyavuş’du. Iyi bir kadroya sahiptik ama ilk beş oyuncunun dört tanesi 5 faul ile oyun dışında kalınca Aydan Abi beni hiç düşünmeden oyuna soktu. İlk defa Avrupa Kupası’nda oyuna girmiştim ve o dönemde Panionios iyi bir kadroya sahipti. Maç kafa kafaya giderken bir 10-15 sayı öne geçtik, çok da iyi oynamıştım. Ama birtek benim iyi oynamamla değil, bütün benchten gelen oyuncuların katkısı olağanüstüydü. Türk Basketbol tarihinin en önemli galibiyetlerinden birini alıp, kendi sahamızda da galibiyet alınca ilk sekize kalmıştık.

3SAYI: Türkiye Basketbolunun en önemli isimleri ile beraber çalıştınız. Antrenör olarak felsefenizi kimlerin oluşturduğunu sorsak nasıl bir karma yapabilirsiniz?
A.T: Oyunculuk dönemimde beraber çalıştığım tüm antrenörlerden bir şeyler almaya çalıştım. Her antrenör her şeyi doğru yapıyor diye bir düşünce doğru olamaz. Doğru yapıyor olsa bile sizin benimsemeniz diye bir olay söz konusu değil. Aydın Örs, rahmetli Aydan Siyavuş, Çetin Yılmaz, Murat Didin, Halil Üner, Necmi Ton gibi birçok değerli antrenör ile beraber çalıştım. Hepsinin bana kattığı çok fazla şey var. Hem spora erken başlamamın hem de bu kadar değerli antrenörlerle çalışmamın çok büyük bir avantajı var diye düşünüyorum. O yüzden de hepsinin özümseyebileceğim yönlerini alıp, daha iyi bir antrenör olmaya çalışacağım.

3SAYI: Antrenör olarak tercih ettiğiniz oyuncu tarzı var mı?
A.T: Günümüz basketbolu herkesin de bildiği gibi daha hızlı oynanıyor. Bu yüzden oyunun iki tarafını da oynayabilen çok atletik olan oyuncular ön planda artık. Eskiden oyuncuların tek bir özelliği üzerine konsantre olması yeterli bir etkendi ama artık el-ayak koordinasyonu, ayak çabukluğu, şutunun iyi olması, içeride ve dışarıda oynayabilmesi bir oyuncuda olması tercih edilen temel özellikler. Bu yüzden ben de oyunun iki tarafında da olabilen oyuncuları tercih ediyorum.

3SAYI: Bu sene Antalya’ya biraz değinirsek ilk önce Aaron Jackson gibi çok önemli bir oyuncuyu kadronuza kattınız daha doğrusu çok iyi bir performans gösterdi bu sene. Yabancıların çok iyi seçildiğini görüyoruz. Biraz bu seneki iyi kadrodan ve hedeflerinizden bahsedebilir misiniz?
A.T: Bizim bu sene bütçemiz önceki iki seneye göre yarı yarıya düştü ve maalesef bütün oyuncularımızı kaybettik. Yani yabancıları bunun dışında tutarsak ben çok fazla onlarla devam etmek istemedim çünkü geçen sene maddi anlamda birçok sıkıntılar yaşamıştık ve özellikle yabancı oyuncularımızı değiştirmemiz gerekiyordu. Önce alabileceğimiz Türk oyuncuları almaya çalıştık. Uzun Umut Yenice, Önder Külçebaş ve Salih’i aldık, daha sonra kısalardan kimi alabiliriz diye düşündük ve uzun bir süre Ersin ve Can ile ilgilendik, onların kalmasını çok istedim. Özellikle geçen seneden de birkaç tane oyuncumuz olsun diye. İlgilendiğimiz birkaç Türk oyuncu daha oldu ama kadromuza katamadık. Sonuç olarak oraya Türk oyuncu alamadık. Daha sonra o bölgeye Hakan, Caner ve Serkan ile oturttuk. Kadromuz bu şekilde oluşmaya başlayınca, hem 1 numara hem de 1 ve 2 oynayabilen bir oyuncu almamız gerekti. Ayrıca hem 3 hem 4 oynayabilen bir oyuncuya ihtiyacımız vardı, bizde Brian Greene ile anlaştık. Uzun zamandır Muhammed Kone’yi takip ediyorduk ve kadromuza kattık. Takımı başta bu şekilde kurduk. Türk oyuncuları alıp, bütçemizde kalan para ile yabancı oyuncu transferi yaptık. Istikrarlı olduğumuzu düşünüyorum. Kone dışında takımda hiçbir değişikliğe gidilmedi ve kurduğumuz kadro ile yolumuza devam ettik. Bu sezon içerisinde 4-5 tane aynanda sakatlıklar yaşadık, 7-8 kişiye düştük. Ama kadromuzu aynen tutarak içimizde bu sorunları yenerek bir şekilde savaştık ve şu anda da hala play off’u kovaladığımızı düşünürsek bu anlamda oyuncularıma ben bir kez daha teşekkür ediyorum ve çok başarılı olduğumuzu düşünüyorum.

3SAYI: Bu sene sadece Türkiye’de değil tüm dünyada bir ekonomik kriz sürüyor ve bunun etkilerini tüm kulüpler maalesef yaşıyor, siz de bir bunun üzerinden geçtiniz ve aynı gün içerisinde istifa edip, kararnızı geri aldınız. Bir gün içinde bu kararın alınmasının ve geri adım atmanızın nedenini öğrenebilir miyiz?
A.T: İstifa kararımı vermemde yaşanan maddi sıkıntıların etkisi oldu. Bunu şu anda herkes biliyor o yüzden saklamaya gerek yok, yaşadığımız maddi sıkıntı normalden çok uzun sürdü ve ben bunları yaşarken antrenörlüğümü geliştiremediğimi, çok yıprandığımı düşündüm. Ayrıca artık oyuncularımdan da performans alamayacağımı gözlemlediğim için onlarla da ilişkilerimin kötüye gitmemesi açısından bu kararı aldım. Fakat istifa etmemin hemen ardından Belediye Başkanı’mız Mustafa Akaydın Almanya’daydı ve o zaman kendisi aradı; istifa etmememi, uzun yıllar beraber çalışacağımızı, benden çok memnun olduğunu söyledi. Aslında orda biraz da hata ettim diye düşünüyorum. Kararımı vermeden önce en azından Mustafa Akaydın’ın da fikrini alabilirdim. Kendisi ile görüştüğümüzde ricasını kıramadım ve geri dönmek kararı aldım. Geri döndüğüm zaman da aslında her şey düzeldi mi diye sorarsanız, tabiki deher şey düzelmedi ama sonuçta galibiyetler aldık ve ligi iyi bir yerde kapattık diye düşünüyorum.

3SAYI: Önümüzdeki sene için tabi ki kesin bir şey söyleyemezsiniz ama eğer  Antalya’da kalırsanız basketbol düzeni açısından bir değişikliğe gitmeyi düşünür müsünüz?
A.T: Eğer seneye kalırsam bir kere kesinlikle bu paraların ödenmesiyle kesin sonuçlar olması lazım. Altyapı çalışmalarını Partizan gibi büyük kulüplerin yaptığı organizasyonlar kurarak yapmak çok kolay değil ama bizim şu anda iki üç tane yatırım yaptığımız oyuncumuz var. Zaten Can Özbek kadromuza dahil oluyor ve kafamda olan birkça isim daha var. Seneye mevcut kadronun birçoğunu koruyup özellikle Türk oyuncular devam etmek istiyorum. Tabi antrenörlük yaptıkça her sene tecrübe kazanıyorsunuz ve her sene oyuncu ve takımları tanıyorsunuz. Seneye bu bütçelerde de kalsak daha iyi bir takım kurup, daha çok maç kazanıp başarılı olacağımıza inanıyorum.

3SAYI: Bizim ligimizin değerlendirmesini istersek sizce nasıl bir konumdayız?
A.T: Aslında ülkemizde oynanan basketbol tarzını çok fazla beğendiğimi söyleyemem. Euroleague maçlarını seyrettikten sonra, ligimizde seyrettiğimiz maçlar çok temposuz ve yavan geliyor. Ben çok tempolu oynamayı ve sert basketbolu seven bir yapıya sahibim. Oyuncuyken de böyle bir yapım vardı. O yüzden basketbol bu sene ilerledi mi diye düşündüğümde Avrupa’da ki temsilcilerimiz aldığı yenilgileri düşünce çok da ilerlediğini söyleyemem. İlerleyen senelerde umarım çok daha iyi seviyede oluruz. Özellikle maddi anlamda çok daha düzenli kulüplerin bütçelerini iyi ayarlayıp, takımları ve kadroları mağdur etmeden o şekilde çalıştırmaları benim en büyük temennim. Yani geçen sene kötüydük ama bu sene de geçen seneden çok da farklı olmadı.

3SAYI: Peki sizce basketbolun ekolleri arasında diyebileceğimiz ve örnek alabileceğimiz bir ülke var mı bu açıdan?
A.T: Bunun tartışması yapılıyor işte bizim ekolümüz var mı, Türk basketbolunun hatta Türk futbolunun ekolü var mı yok mu diye. Aslında biz neyi iyi yapıyoruz, neyi kötü yapıyoruz bunun tartışması hep oluyor. Yani benim hoşlandığım basketbol İspanya’da oynanan basketbol tarzı. O yüzden de onları örnek alabiliriz diye düşünüyorum. Altyapıda oyuncuları maç kazanmaya yönelik değil de fundamental gelişme üzerine antreman ve maçlar yapılıyor. Oyuncuları pozisyonlarına göre oynatma çok önemli. Atıyorum 2 metre bir oyuncuyu ya da 1.95 bir oyuncuyu içeride oynatacağımıza belki ileride ondan kısa olarak faydalanacağımızı düşünerek ileriye dönük çalışmalar yapmamız gerekiyor. Çok doğru kulüpler var Avrupa’da sadece İspanya’da değil, birçok ülkede doğru kulüpler var o modelleri örnek almamız gerekiyor.

3SAYI: Milli Takım tecrübesi olan bir antrenör olarak 2001’de Milli Takım derecesinde iyi bir çıkış yaptık ve 2010’a kadar hedef olarak hem Milli Takım açısından hem federasyondan bir vaat verildi ama biz son birkaç seneye baktığımızda çok inişli çıkışlı bir performans görüyoruz. Bu sene evimizde dünya şampiyonası olacak nasıl değerlendiriyorsunuz?
A.T: Şimdi ben aslında bu son Avrupa Şampiyonası’nda açıkçası Milli Takım’ın, oynadığı basketboldan çok mutlu oldum. Turnuvada başarı kazanmak için birçok şeyi iyi gitmesi gerekiyor. Yunanistan maçına kadar çok iyi mücadele ettik ve hakikaten basketbolun bütün gereklerini ortaya koyduk ama hani turnuva şansı deniyor bir tane kötü maçla beraber, kaybettiğiniz maçla kötü bir yola girip istemediğimiz bir derece aldık. Bence Milli Takım Dünya Şampiyonası’nda da da en azAvrupa Şampiyonası’nda ki kadar mücadele edecektir. Üstelik saha ve seyirci avantajına sahibiz. Türk basketbol severlerin o coşkulu desteğiyle beraber burada çok başarılı olacağımıza inanıyorum. Bildiğim kadarıyla NBA’de oynayan oyuncularımız da geliyor. Tabi grupta alacağımız derece de önemli inşallah ilk dörde girip mutlu oluruz diye düşünüyorum, temennimiz o yönde.

3SAYI: Son olarak Antalya’da Kepezle beraber bir basketbol kitlesi, seyircisi oluşmuş durumda. Biraz bize Antalya’da ki basketbol hakkında bilgi verebilir misiniz?
A.T: Bizim iki takımımızın da basketbol seyirci profili farklı açıkçası. Kepez Basketbol Takımı biraz daha ateşli, biraz daha genç ve Antalyaspor seyircisi ile beraber hakikaten çok zorlu bir atmosfer yaratıyorlar deplasman takımlarına. Bizim seyircilerimiz de kemikleşmiş, daha orta yaşlı ve basketbolu gerçekten bilen, çok şık bir seyirci profili. O yüzden takımlar Antalya’ya geldikleri zaman iki tane farklı seyirci profili ile karşı karşıya. Bizim seyircimizin performansımızın düştüğü anda daha çok itici güç olmaları daha avantajlı olur. Kötü oynadığımız dönemlerde bazen salonda ses çıkmıyor, o yüzden de Kepez maçları deplasmana gelen takımlar için biraz daha zor. Taraftar baskısı henüz oturmadığı için bizim maçlarımız biraz daha kolay gibi gözüküyor ama biz de çok daha iyi mücadele edip o dezavantajı ortadan kaldırmaya çalışıyoruz.

3SAYI: Çok teşekkür ederim bize zaman ayırdığınız için.
A.T: Ben teşekkür ederim.

Röportaj: Gizem Kumbasar, 3SAYI Basketbol Dergisi

2010 Normal Sezon Ödülleri

2010 Normal Sezon Ödülleri Değerlendirmesi

En Değerli Oyuncu:

LeBron James (29.7 sayı 7.3 ribaund 8.6 assist 1.6 top çalma 1 blok)

LeBron’u bir cümle ile tanımlamak gerekirse ; ‘Tek kişilik ordu’ son derece yerinde olur. İstatik kâğıdına koydukları çok çarpıcı, sahaya çıktığında ise korkunç görünüyor LeBron. Neredeyse üçlükten başladığı turnikeleri, orta sahadan attığı bilek şutları, tüm sahayı ceylan gibi seke seke geçerek bitirdiği hızlı hücumları, konsantre olduğunda savunmadaki muazzam etkinliği ile basketbol severlere daha önce hiç görmedikleri bir gösteri sergiliyor. Ne zaman saldıracağını ve duracağını daha iyi bilen LeBron, maç içinde gerektiğinde vites yükseltip tek çeyrekte maç istatistiği yapıyor ve maçın geri kalanını dinlenerek geçiriyor.

Oylamayı 2. sırada bitiren Kevin Durant bir başka üstünde durulması gereken isim. Herkes LeBron açık ara favori diyordu ancak Thunder ligi 8. değilde 2. bitirseydi işler çok daha farklı olabilirdi. Batıda 2-8 arası takımlar son birkaç maçta belirlendi ve Thunder 2 hafta kala ligi 3. sırada götürüyordu. Durant’in Oklohoma’daki oyunu, gösterdiği liderlik ve takımı taşıdığı nokta gerçek bir MVP performansı. Ligi sayı kralı olarak bitirmesi için topu domine etmesi gerekmiyor. Takım arkadaşlarının oynamasına izin verip set hücumunda bitirici rolü çok iyi oynuyor. Aynı zamanda kendi şutunu yaratabilmesi ve etkili içeri driveları ile durdurulamaz bir sayı makinesi. MVP ödülünde oy toplayan bir başka isim ise Dwight Howard. Belki hücumda beklenen noktaya hiç ulaşamayacak olsa bile sahadaki varlığı bir takımın çehresini değiştirmesi için yeterli.

En iyi Savunmacı:

Dwight Howard (13.2 ribaund 2.9  blok 0.9 top çalma)

Bu ödülün galibi sezon başından belliydi. İki sezon üst üste hem ribaund hem de blok kategorilerinde lig lideri olan ilk oyuncu olan Howard tarihe geçti. Bu ödülü 2 sezon arka arkaya kazanan 7. oyuncu oldu ve sakatlık vb. herhangi bir aksilik olmazsa 3. kez alıp bunu başaran ilk oyuncu olmaya çok yakın.

Josh Smith ve Gerald Wallace 2. ve 3. sırayı aldılar. 4 numara pozisyonunda da oynayabilen bu iki kanat oyuncusu sezonun büyük bölümünü 3-4 numara arasında geçirdi .Takımlarında benzer roller üstlenen Smith ve Wallace’ın ribaundlara büyük katkısı(8.7 – 10) , çaldıkları toplar (1.8 – 1.5) , yaptıkları bloklar (2.1 – 1.1 ) ve birebir savunmadaki etkinlikleriyle takımlarının savunma dirençlerinin temel taşı oldular.

En Çok Gelişme Kaydeden Oyuncu:

Aaron Brooks (19.6 sayı 2.6 ribaund 5.3 assist)

Yao Ming’in sakatlığı ve Ron Artest , Tracy McGrady , Rafeer Alston gibi oyuncuların ayrılmasının ardından takımdaki rolü artan Aaron Brooks , bu çağrıya geçen yıla oranla sayı ortalamasını 8.4 arttırarak cevap verdi. Dış şutları çok etkili ve son derece hızlı bir oyuncu olan Brooks fiziki zafiyetleri yüzünden sıkıntı çekse de skor potansiyeli sınırlı olan Houston takımına son derece değerli 20 sayılık bir katkı yaptı.Takıma geçen yıl katılan Kevin Martin ve sakatlıktan dönmesi beklenen Yao Ming takviyeleriyle birlikte , topu zaman zaman çok fazla domine eden Brooks’un biraz daha takımı oynatmayı düşünmesi Houston’ın yararına olacaktır.

2.liği 3 oyuncu paylaştı; Kevin Durant , Marc Gasol ve George Hill. Bana göre bu ödülü hak eden oyuncu Kevin Durant’dir. Brooks’un maç başına aldığı süre 10.5 dakika artarken Durant’inki yalnızca 0.5 oranında arttı ve sayı ortalamasını 25.3’den 30.1’e çekti ki bunun 10 ortalamadan 15’e çıkarmaya oranla çok çok çok daha zor olduğunu söylemeye gerek yok sanırım.

En İyi 6. Adam:

Jamal Crawford (18.5 sayı 2.5 ribaund 3.0 assist)

Kariyeri boyunca başarısız takımlarda oynamış ve playoff yüzü görememiş bir oyuncu olan Crawford, Atlanta’ya giderken insanların kafasında bazı soru işaretleri vardı. Kariyeri boyunca şut seçimleri çok eleştirilmiş, hep ilk 5 başlamış ve maç kaybetmesi beklenen ve kazanmak için sahaya çıkmayan takımlardaydı. Bu ortamlardan, Atlanta gibi büyük hedefleri olan bir takımın benchine nasıl uyum sağlayacağı merak konusuydu. Jamal Crawford kendisine biçilen rolü ilk günden kabullendi. Medyaya tanıtıldığı gün ‘Bu ayarda takımlara gelirken egonuzu kapının önünde bırakmanız gerekir’ sözleri kafa olarak hazır olduğunu gösteriyor. Sezon boyunca Crawford kenardan çok değerli 18 sayılık bir katkı yaptı ve en önemlisi şutlarını seçerken dikkatli davrandı. Bir düzenin içine geldiğini ve kimsenin ayağının üstüne basmak istemediğini söyleyen Crawford en yüksek yüzdeyle oynadığı sezonunu geçirdi ve top kayıplarını bir hayli azalttı. 1 numara pozisyonunda da oynayabilmesi ile takımına esneklik kazandırdı. Genelde maçı bitiren beşin içindeydi ve kritik anlarda sorumluluk almaktan çekinmemesiyle maç kazandıran basketlere ve maçların son bölümlerinde etkili oyunlara imza attı.

Crawford açık ara 1. olurken geçen yılın ödül sahibi, bir başka yedek sayı makinesi Jason Terry 2. ve savunması, ribauntlara katkısı ve gösterdiği çabayla Cleveland’a itici güç olan Anderson Varejao 3. oldu.

Yılın Koçu:

Scott Brooks ( Oklahoma City Thunder 50-32)

Thunder 2008–2009 sezonuna 3–29 gibi felaket bir derece ile başladı.1–12’ ile sezona giren Oklahoma PJ Carlesimo’yu kovarak Scott Brooks ile yolda devam etti. 3-29’lük periyodun ardından Brooks yönetiminde Thunder kalan 50 maçının 20 sini kazanarak iyi sinyaller vermeye başlamıştı. Geçtiğimiz yıl, 08–09 sezonundan 27 galibiyet daha fazla alan Thunder NBA tarihindeki en büyük 6. sıçramayı gerçekleştirerek playofflara kalmayı başardı. İlk turda 6 maç sonunda Lakers’a boyun eğen Oklahoma 6. maçın son saniyesinde savunma ribaundunu alamamaları sonucu seriyi 7. maça uzatma şanslarını kaybettiler.

Takımın başına getirildikten sonra Brooks’un yaptığı ilk hamle Kevin Durant’i 3 numaraya çekmek oldu. Böylece verimliliği artan Durant’den daha çok yararlanmak için kullandığı, yüksek postta kısanın perdelemesinden çıkarak faul çizgisi üstünde Durant’e boş şut pozisyonu yaratan setinden oldukça faydalandı. Oyuncularla iyi ilişkiler kurabilmesi ve savunmaya verdiği önemi antrenmanlarda saatlerce savunma setleri üzerinde çalışarak oyunculara vurgulaması Thunder’a başarıyı getiren etmenlerden oldu.

Oylamada Milwakuee Bucks ile beklentilerin çok üstüne çıkan Scott Skiles 2. , tüm sakatlıklara rağmen Portland’ı playoff potasında tutup 50 galibiyet aldıran Nate McMillan 3. sırayı aldılar.

Yılın Çaylağı:

Tyreke Evans ( 20.1 sayı 5.3 ribaunt 5.8 asist 1.5 top çalma)

Sezona, Brandon Jennings’in 55 sayılık performansının gölgesinde başlayan çaylaklar arasında Tyreke Evans’ın adı ilk 1-2 hafta yılın çaylağı ödülü adayları arasında pek fazla zikredilmiyordu. Herkes Brandon Jennings’in buna benzer maçlar çıkartıp çıkartamayacağını ve hazırlık döneminde mükemmel bir izlenim bırakan Blake Griffin’in döndükten sonra göstereceği performansı merak ediyordu. Jennings sezon boyunca o maçın ağırlığı altında ezilerek %37 ile şut attı ve sakatlığı nükseden Griffin’in dönüş planları suya düştü. Tyreke Evans ise sezon boyunca bir çaylaktan beklenmeyecek kadar istikrarlı bir performans sergiledi. İlk birkaç maçtaki tutuk görüntüsünü üzerinden atan Evans Sacramento şehrine yeni bir hava getirip, kulübün yüzü ve etrafında takım kurulacak bir superstar adayı olarak taraftarları heyecanlandırmayı başardı.

Oscar Robertson, Michael Jordan ve LeBron James ile birlikte çaylak yılında 20-5-5 istatistiklerini tutturan 4. oyuncu oldu. Boyuna oranla fiziki yapısı çok üst düzeyde güçlü bir oyuncu. Uzun kolları ona büyük avantaj sağlıyor. İçeri driveları çok etkili. Çok üst seviye olmasa bile iyi bir atlet ve vücut fakeleriyle potaya giderken kendisine rahatça yer açabiliyor. Dış şutlarını istikrarlı bir şekilde sokamaması ve zaman topla çok oynayarak hücumun akışını bozmasını eksikleri arasında sayabiliriz. Top kayıplarına da Evans’ın daha fazla dikkat etmesi gerekiyor.

Sezona yavaş giren Stephen Curry’nin şubat ayından itibaren 21,9 sayı 5,1 ribaunt 7,5 asistle oynadığı son 3 ay ona ödülü getirmeye yetmedi ve 17,5 sayı 4,5 ribaunt 5,9 asist 1,9 top çalma sezon ortalamaları ile 2. sırayı aldı. 3. sıra ise Milwakue’nin çaylağı Brandon Jennings’in oldu.

Yılın Genel Menajeri:

John Hammond (Milwakue Bucks)

Ligin en iyi yöneticisine verilen bu ödülün haklı galibi John Hammond. Draftda 10. sıradan Brandon Jennings’i alan Hammond sezon boyunca takıma kenardan önemli katkı yapan Ersan İlyasova ile sözleşme imzaladı. Richard Jefferson’ın büyük kontratından kurtulmak amacıyla San Antonio’ya gönderirken karşılığında, takımın soyunma odasında ihtiyaç duyduğu veteran figür eklemek adına Kurt Thomas’ı aldı. Pota altını güçlendirmek adına Hakim Warrick ile sözleşme imzalayıp , sezon içinde takıma büyük katkı veren Carlos Delfino’yu kadroya kattı. Michael Redd’in sakatlığı sonucu ve Ersan’ın oyunundan aldığı güvenle sezon ortasında yeni transfer Hakim Warrick’le yolları ayırıp John Salmons’ı takıma katması Bucks’ı daha kaliteli bir takım yaptı.

Hazırlayan: Sinan Cem Civili

TB2L 2010 Şampiyonu Trabzonspor

ŞAMPİYON TRABZONSPOR

Normal sezonu sadece 2 yenilgi alarak, 20 mağlubiyet ile kapatan Alaeddin Yakan önderliğindeki Trabzonspor’un Beko Basketbol Ligi’ne çıkacağını, TB2L’yi takip eden tüm basketbol severler bu sonucu bekliyorlardı. Play-off maçlarının ilk ayağında 3’te 3 yaparak İstanbula gelen ekip, Final Grubu ilk gün sonunda, Beko Basketbol Ligi’ne çıkan 2 takımdan ilki olarak adını yazdırdı.

Aslında 4 takımında kadroları göz önünde bulundurulduğunda, oyuncular ve antenörler birbirlerinin oyun yapısını çok iyi biliyordu. Ama en güçlü adaylar sene başından beri Trabzonspor Basketbol ve Hacettepe Üniversitesi’ydi. Bu zorlu mücadelede hedeflerine ulaşan Trabzonspor Basketbol ve Olin Gençlik’i gönülden tebrik ediyoruz.

Hacettepe Üniversitesi’ni incelediğimiz zaman ise, Ankara’da başarılı bir organizasyonun peşinden giden ekip, hem üniversite öğrencilerini hem de üniversite çalışanları ve mezunlarını arkasına alarak kaliteli bir basketbol seyirci kitlesi oluşturmuş durumda. Başkentte bir tek Türk Telekom’un birinci ligde olduğunu fakat taraftar açısından hep bir sorun ile karşı karşıya olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda Hacettepe Üniversitesi’nin yakaladığı atmosfer Türk Basketbolu açısından çok önemli. Kadrosunda Kemal Tunçeri, Caner Erdeniz, Berent Kavaklıoğlu gibi önemli isimleri bulunduran Hacettepelilerin hedefi sene başından beri grubu şampiyon tamamlayıp Beko Basketbol Ligi’ne yükselmekti. Evinde aldıkları Trabzon mağlubiyetleri ve alınan birkaç yenilginin arkasından, Trabzonspor’un normal sezonu 2 yenilgi ile bitirmeleri, kendilerinin ikinci sırada yer almalarına sebep oldu.

Takımın en skorer ismi olan Jermaine Dearman’ın Yozgat ve İstanbul’da ki maçlarda beklenilen performansı göstermemesi, ilk grup maçlarında Hacettepe’yi biraz sıkıntıya sokmuştu ve Yozgat’ta sadece 1 galibiyet alan Ankara ekibine İstanbul’da daha konsantre oyun oynamak düştü. İstanbul’da oynanan 3 maçın 2’sini kaybeden Hacettepe Üniversitesi Beko Basketbol Ligi’ne veda etti.

TRABZONSPOR SEYİRCİSİ LİGE RENK GETİRECEK

Istanbul’da ki final grup maçlarının ilk gününden beri takımını desteklemeye gelen bordo mavililer, Beko Basketbol Ligi’nde ki çoğu takımın aksine taraftar sıkıntısı yaşamayacak nadir takımlardan birtanesi. Maçın başlangıcından son saniyesine kadar tribünleri renklendiren taraftarlar, KAFSİNKAF taraftarının dışında ligin en renkli grubu olacağa benziyor. Ayrıca Türkiye Kupası’nı almalarının verdiği mutlulukla, Beko Basketbol Ligi’ne yükselen basket takımını göz önünde bulundurduğumuzda Trabzonspor bu sene büyük bir başarıya imza atmış olup artık ligimizde 4 büyük takımın da basket takımlarını izleyeceğiz.

Şampiyonlukları ile ilgili Yakan“Şampiyonluğun hayırlı olmasını diliyorum, Trabzon bunu haketmişti. Her maçımızda tribünleri doldurarak bizi destekleyen taraftarlarımıza çok teşekkür ediyorum. Daha önce de söylediğim gibi Beko Basketbol Ligi`ne renk katacağız. Ligde artık 4 büyük olacak. Trabzonspor`un bu başarısı Anadolu basketbolunu da canlandıracaktır. Diğer takımlara örnek olduysak veya olacaksak bu bizi çok mutlu eder. Altyapımızda da büyük atılımlar yapacağız, buna büyük önem veriyoruz. Daha önce başlamış ancak çeşitli nedenlerden ötürü sonunu getirememiştik” açıklamalarında bulundu.

Trabzonspor’un Yozgat’tan gelişinden şampiyonluğa kesin gözü ile bakılması ve Torku Selçuk Üniversitesi’nin Yozgat etabını galibiyetsiz kapatmasının ardından, İstanbulda’ki Hacettepe Üniversitesi ile olan ilk maçı da kazanamamasının ardından geriye sadece Hacettepe Üniversitesi Ve Olin kalmıştı.

Olin Gençlik’in Yozgat’ta Dixon’ı kaybetmesi, bir anda moral bozukluğuna sebep olsa da inanılmaz bir performans göstererek, mücadeleden vazgeçmeyerek, tüm inanclarını sahaya yansıtarak Beko Basketbol Ligi’ne yükseldi.

Öte yandan tüm bir sene için Beko Basketbol Ligi’ne yönelik çalışmalar yapan, kadrosunda Berent, Kemal gibi tecrübeli oyuncuları bulunduran Hacettepe Üniversitesi sadece oyuncu kadrosu ile değil, ayrıca yönetim organizasyonu olarak da üst seviyede bir çalışma yürütüyordu. Ama günlük performansların, mental seviyenin ve morallerin çok önemli olduğu playoff yarışlarında başarısız olan Hacettepe Üniversitesi Beko Basketbol Ligi’ne yükselme hedefini ileriki senelere bıraktı.

Gizem Kumbasar

NBA 2010 Şampiyonu L.A. Lakers

Şampiyonlukla biten bir sezondan sonra söylenebilecek çok fazla şey aslında yoktur. Zaten şampiyon olmuşsundur ve sürekli işin iyi taraflarını görebilecek kadar gözlerini ve aklını kapatmışsındır dış olaylara. Ama şampiyonluğun nasıl geldiğini incelemenin gerekli olduğunu düşünen birçok Lakers taraftarı vardır eminim ki. 2009–2010 sezonunun nasıl geçtiğine, ne tür aşamalar kaydetdildiğini ve ne tür hatalar yapıldığına bu yazıda değinmek istiyoruz. Sezonu 2 parçada incelemenin en doğru şey olacağına inanıyorum. Çünkü normal sezonu takımlar, playofflar öncesi hazırlık olarak görüyor. Aynı zamanda playofflar için iyi bir yer kapabilmek için oynuyorlar. Yazımıza kısa bir normal sezon değerlendirmesiyle başlayıp, playofflarda her eşleşmeyi tek tek ele alarak devam edip en sonda sezon sonu oyuncu değerlendirmelerini yaparak kapatalım. İşte başlıyoruz…

2009 NBA şampiyonu Los Angeles Lakers şampiyon kadrosundan sadece Trevor Ariza’yla yollarını ayırmış ve yerine Houston Rockets’tan sorunlu forvet Ron Artest’i getirmişti. Bu konu hakkında birçok dedikodu ve öngörüler dolaştı normal sezon öncesinde. Ariza’nın geçen sezon yaptıkları belliydi. 15. şampiyonluğa nasıl katkı verdiğini; özellikle playofflar sırasında kendi oyununu bir seviye daha yukarı çektiğine şahit olmuştuk. Artest’in daha iyi bir hamle olduğunu savunanlar kadar, Ariza’nın gitmesine üzülen bir kısımda vardı Lakers fanları arasında. Sezon öncesi yapılan tahminlerde Lakers şampiyonluk için favori olarak gösteriliyordu. Lakers sene başında İspanyol yıldız Pau Gasol’dan yoksun olarak karşılaşmlara çıktı. Bu periyot aslında öyle korkulacak bir dönem değildi. Çünkü NBA yönetiminin neresiyle çektiği belli olmayan fikstür sayesinde ilk 28-30 maçın büyük bir kısmını evde oynayacaklardı ve bu Gasol’ün yokluğunu bir nebze olsun bize hissettirmeyecekti. Lakers sezonunu kendi evinde şehrin diğer takımı Clippers karşısında açarak başladı. Lakers bu maç öncesi düzenlenen törenle şampiyonluk yüzüklerini de almıştı. Seneye iyi Clippers galibiyetiyle başlayan Lakers hemen sonraki maç Dallas karşısında kendi evinde beklenmedik bir mağlubiyet aldı. Daha sonra Lakers yavaş yavaş ritme girerek art arda galibiyetler almaya başladı. Lakers’ın bu galibiyetlerinde Kobe Bryant’ın ve genç pivot Andrew Bynum’un büyük katkısı vardı. Daha önce bahsettiğimiz üzere, aynı zamanda Gasol’ün olmaması Bynum için iyi bir fırsattı. Takım içinde biraz daha sorumluluk alma ve biraz daha fazla ön plana çıkma şansı buldu. Gasol yerine ilk beş çıkan Lamar Odom’da önemli katkılar yapıyordu. Yeni transfer Ron Artest ise henüz alışma döneminde olmasına rağmen Lakers’a önemli katkılar sağlıyordu. Ancak Lakers’ın pek de zor olmayan fikstüründe maçları ufak farklarla kazanması Gasol’u aradıklarını gösterir gibiydi. Houston maçından sonra darbe alan Andrew Bynum’un da oynayamayacak olması nedeniyle Mbenga’nın ilk beş çıktığı 2 maçlık dönemi Kobe’nin çabalarıyla kazasız atlatan Lakers Bynum’un muhteşem dönüşüyle Suns’ı farklı yendi. Ancak deplasmanda Nuggets karşısında alınan farklı mağlubiyet ve iç sahada yıldızlarından yoksun Houston’a yenilmek Lakers’ın henüz istenilen seviyede olmadığını gösterir gibiydi. Gasol’un da dönüşüyle tekrar toparlanan Lakers seri galibiyetlere tekrar başladı. İçeride rakiplerine büyük üstünlük kuran Lakers dışarıdan da müthiş bir form grafiği yakalayan Kobe Bryant’la üst üste 11 maç kazandı. Bunların arasında Kobe’nin son saniyede çok zor pozisyonda attığı üçlükle kazandıkları Miami Heat maçı da vardı. Ligin tepesine yükselen Lakers bu maçların tümünde 100+ sayı atarak ne kadar formda olduklarını kanıtladı. Ancak bu seri Utah deplasmanında son bulsada Lakers sonraki 5 maçı kazanarak bu mağlubiyeti unutturdu. Bu galibiyet serisinde Bucks deplasmanında Kobe Bryant bir kez daha sahne almış ve yine son saniyede maçı kazandıran basketi Bucks potasına yollamıştı. Ancak bundan sonra Christmas’taki Cavs maçı Lakers açısından çok kötü bir maç oldu. Maç boyu içerde Cavs’ın fizikli uzunları tarafından ezilen Lakers ayrıca Mo Williams’ı da tutamadı ve eleştirilere maruz kaldı. Eleştirilerin odak noktasında ise sertlikte yılmasıyla ünlü Pau Gasol ve yaşına bağlı olarak yavaşlayan ayaklarıyla da savunmada büyük zaaf yaşayan tecrübeli guard Derek Fisher vardı. Maç sonuna doğru Lakers taraftarlarının sahaya ellerindeki köpükten Lakers amblemlerini atmaları da hayli ilginç bir görüntü oluşturdu. Ardından gelen Suns mağlubiyeti de eleştirileri haklı çıkarır cinstendi.

Ocak ayında ise Lakers bir türlü istikrarlı bir oyun sergileyemedi. Ocak ayının ilk maçında kendi evinde ligin zayıf ekiplerinden Sacramento’yla karşılaştığı maçı Kobe’nin son saniyede attığı üçlükle kazandı. Kobe’nin formu konuşulurken Lakers’ın istikrarsızlığı da gündemdeydi. Bir türlü seri galibiyetler alamayan Lakers’ın kayıpları bunla da sınırlı değildi. Lakers İspanyol forveti Pau Gasol’un sakatlığının nüksetmesi nedeniyle tekrar faydalanadı. Gasol’un sakatlığı sonrası peş peşe 2 mağlubiyet alan Lakers için asıl kayıpsa deplasmanda oynanan San Antonio maçında yaşandı. Lakers süperstarı Kobe Bryant 3.çeyrek sonuna doğru yaşadığı bel spazmı yüzünden karşılaşmayı tamamlayamadı. Kobe’nin sakatlığının ciddiyeti merak konusu olmuştu ancak acıya direnmesi ve her şeye rağmen devam etmesiyle bilinen Kobe Bryant’ın maçı bırakıp, son çeyrek geri dönmemesi Lakers taraftarlarını hayli korkutmuştu. Bir sonraki Dallas deplasmanı öncesi işler Lakers için pek parlak gözükmüyordu. Kobe’nin maçta oynayacağı açıklanmıştı ancak Pau Gasol bu maçta da yerini almamıştı. Maç sırasında da görüldü ki sakatlığı Kobe’yi çok etkiliyordu. Kobe’nin sadece 10 sayı atabildiği karşılaşmada Lakers, Bynum ve Odom’un çabalarıyla galibiyete uzanıyordu. Bir sonraki maç geri dönen Pau Gasol’la birlikte galip gelen Lakers’ta Kobe Bryant’ın durumu endişe vericiydi. Sakatlığının kendisini çok etkilediği belli olan Kobe’nin şut yüzdesi de buna bağlı olarak ciddi anlamda düşüş gösterdi. Geçen senenin finalinde karşı karşıya gelen Los Angeles Lakers ve Orlando Magic Ocak ayında Staples Center da karşı karşıya geldi. Mücadeleyi şampiyon Lakers kazandı ve rakibine rövanş imkanı tanımadı. Ocak sonuna doğru 8 maçlık deplasman turnesine başlayan Lakers’ın ilk rakibi Lebron’lu Cavs’tı. İlk maçın bir benzeri yaşandı ve Cavs galip geldi.Lakers hakkında eleştiri yapanların sesi de bu sonuçlara bağlı olarak yükselmeye başlamıştı. Gasol yine içerde ezilmiş Fisher, yine savunmada problemler yaşamıştı. Daha sonra deplasmanda 5 maçta 4 galibiyet alan Lakers Ocak ayının son maçında ezeli rakipleri Boston’la deplasmanda karşı karşıya geldi. Baştan sona başa baş geçen mücadeleyi Kobe’nin bitime kısa süre attığı basketle kazanan Lakers’ta Andrew Bynum müthiş performansıyla göz aldı.

Şubat ayına deplasmanda Memphis mağlubiyetiyle başlayan Lakers bir türlü istenilen ritmi bulamıyordu. İç sahada gelen farklı Denver mağlubiyeti sonrası Lakers süperstarı Kobe’nin sakatlığı sebebiyle maçlarda yer alamayacağı açıklandı. Kobe’nin olmadığı dönemde hücumda Artest ve Gasol ön plana çıkarken Lakers’a bir kötü haber de Bynum’dan geldi. Genç pivotunda sakatlığı sebebiyle birkaç maç oynayamayacağı açıklandı. Kobe’siz çıkılan All-star öncesi son maçta ise ezeli rakipler Lakers-Boston bir kez daha karşı karşıya gelirken, Fisher’ın son saniye şutunda basketi bulamaması sonucu maçı kazanan taraf Boston oldu. All-Star sonrası Memphis deplasmanında geri dönen Kobe maçı kazandıran üçlüğü Memphis potalarına yolladı. Daha sonra alınan Dallas mağlubiyeti ise Lakers taraftarlarını üzmüştü. Şubat ayının son maçında Lakers kendi evinde bu sezon bir türlü şansı tutmadığı Denver’ı ağırladı ve İlk yarı yine Denver’ın istediği gibi geçerken Lakers’ı Ron Artest’in müthiş çabası geri getirdi. Savunmada Melo’yu sahadan silen Artest hücumda da gayretiyle takımı ateşleyerek Lakers’ın geriden gelip maçı kazanmasını sağladı.

Mart ayında ise art arda 3 mağlubiyet alan Lakers bu kötü istatistiğe uzun zamandır ilk kez ulaşıyordu. Deplasmanda sırasıyla Miami Orlando ve Bobcats’e yenilen Lakers’ta sorunlar iyice ortaya çıkmaya başlamıştı. Kobe Bryant’ın performansı sakatlıktan çok etkilenmişti. Pau Gasol kendi gibi oynamıyordu ve Derek Fisher ise silik bir performans çıkartırken savunmada çok kötü oynaması takımın bütün dengesini bozuyordu. Ayrıca başta Lamar Odom olmak üzere bench’ten gelen katkının çok çok az olması ve birçoklarına göre NBA’in en zayıf benchine sahip olan Lakers’ı eleştirenlerin sayısı iyice artmıştı. 3 mağlubiyet sonrası kendi evine dönen Lakers karşısında ligin formsuz ekibi Toronto’yu buldu. Ancak maç beklenenden de zor geçti. Fakat sahneye çıkan Kobe Bryant maçı kazandıran basketi buluyordu ve takımına biraz olsun nefes aldırıyordu. Lakers tahmin edilenden çok daha fazla zorlandığı birkaç maçta galibiyeti buldu ve 7 maçlık bir galibiyet serisi yakadı. Ancak bu galibiyet serisinde alınan en farklı galibiyet 9 sayılık Spurs maçıydı ve Lakers pekte zor takımlarla oynamamıştı.Daha sonra Thunder deplasmanında sadece 75 sayı atabilen Lakers 4 maçta 3vmağlubiyetle Mart ayını kötü bitirdi. Lakers ligin üst sırasında oynadığı maçlarda iyi bir galibiyet yüzdesine sahip değildi. Bu da Lakers hakkında büyük maçlarda istenilen performansı sergileyemedikleri eleştirisini doğru çıkartıyordu. Lakers Cavs’a 2 maç Denver’a 2 maç Spurs Atlanta Magic ve Boston’a da 1 er maç kaybetmişti. Geçen sene ise durum çok daha farklıydı. Mart sonuna gelindiğinde Lakers hala Batı’nın zirvesindeydi ancak rakipleriyle fark iyice kapanmıştı. NBA genelinde de 2.sırada bulunan Lakers yerini Magic’e kaptırmak üzereydi.

Nisan ayına gelindiğinde Lakers Utah galibiyetiyle aya başladı ancak ardından arka arkaya gelen Denver ve Spurs mağlubiyetleri büyük maçlarla ilgili yapılan eleştirilerin dozunun iyice artmaya başlamasına neden oldu. Lakers Nisan ayını çok kötü geçirdi ve oynadığı 7 maçta sadece 3 galibiyet aldı. Ayrıca sakatlığı nedeniyle Kobe Bryant normal sezonun son maçlarında sahadaki yerini alamadı. Bunun sonucunda NBA’de ki yerini Magic’e kaptıran Lakers olası bir playoff eşleşmesinde hem Cavs’a hem de Magic’e saha avantajını kaybetmişti. Lakers sezonu 57-25’lik derecesiyle Batı Konferansında Dallas’ın 2 maç önünde 1.olarak bitirdi ve playoff’lara giriş yaptı. Lakers play-offlarda normal sezonu 8.sırada bitiren genç Kevin Durant önderliğindeki genç Oklohoma City Thunder’la oynayacaktı.

Normal sezona bakıldığında akılda kalanlar arasında en dikkat çeken nokta Kobe’nin son saniye basketleri olacaktır herhalde. Tüm zamanlar listesinde Jordan’ı da geride bırakan Kobe’nin takıma bu yönde yaptığı katkı paha biçilemez. Son saniyelerde topu kime verirsiniz tartışmalarına da bu sezon sayesinde artık bir nokta koyan oyuncu, bu dalda da NBA’in en iyisi olduğunu gösterdi. Bunun dışında tartışılan bir nokta ise Artest’in performansı olmuştu. Sezon içinde ondan beklenen ceza şutlarını atamayarak, ya da inanılmaz düşük bir yüzdeyle sokarak açık hedef haline gelmişti. Ayrıca tecrübeli guard Derek Fisher da Lakers’ın zayıf halkası konumundaydı. Savunmada çok silik bir görüntü çizen Fisher hücumda da zaman zaman çok yanlış tercihler yapıp eleştirilerden nasibini alıyordu.

Her zaman kişisel düşünce olarak belirlediğim bir durum vardır. Nba de oynamanın amacı nedir? Bu soruya cevap veren herkes “şampiyonluk’’ diyecektir. Şampiyon olmak için neler yapmanız gerekiyor? Normal sezonu tamamladıktan sonra Playofflarda başarı elde etmeniz beklenir. 2009-2010 sezonunun Playofflarına geldiğimiz zaman Lakers açısından beklentiler yüksek değildi ne yazık ki. Kobe Bryant’ın sakatlıklarını mı sayalım, Bynum’un yıllardır iyileşmeyen ve bir türlü bekleneni veremeyen dizini mi sayalım, yoksa Playofflara doğru Lakers’ın yavaş gidişatından mı bahsedelim. Rakip ilk turda Thunder takımıydı. Takım normal sezonu güç bela NBA 3cü olarak, Batı 1. Olarak tamamlamış ve en azından batı turları için saha avantajını garantilemiş durumdaydı. Genel otoriteler (kim bilmiyorum) Lakers’ın bir tur devam edebileceğini ve daha sora muhtemel bir Utah eşleşmesinde havlu atacağını düşünüyorlardı. Thunder takımının genç bir takım olduğunu düşünürsek kimse bu 1-8 eşleşmesinin 4-0 ya da 4-1 biteceğini öngörmüyordu, en fanatik Lakers taraftarları başta olmak üzere. Seri başladığında ilk 2 maçı sahasında rahat oynayıp alan bir Lakers gördük. NBA sayı kralı K.Durant’i tutma görevi Artest’in omuzlarına yüklenmişti ve ilk 2 maçta bu görevi fazlasıyla yerine getirmişti. Ama tabi ki, her zaman hesapta olmayan bir şeyler çıkar bilirsiniz. Westbrook savunmasında Lakers’ın bu kadar çaresiz kalacağını kimse beklemiyordu. Takımın tek yıldızı gibi oynayan Westbrook, deplasman turu için lakers’a büyük sorun çıkartacağa benziyordu. Seri Oklahama City’e taşındığı zaman çözülemeyen birçok problem vardı takım içinde. Artest’in inanılmaz derecede düşük şut yüzdesiyle takıma zarar veren noktaya gelmesi, yetmiyormuş gibi bu dönem içinde K.Bryant’ın sakatlıklar yüzünden çok rahatsız olarak düşük yüzdeyle oynaması işleri daha da zora sokmuştu. Herkes deplasmandan 1 maç çalarız umuduyla yola çıkmışken bir anda seri 2-2 oluvermişti. Suratlar düşük bir halde 5. Maçı beklemeye başladı Lakers taraftarları. Seri 5. Maça geldiğinde artık takımın karakter göstermesi gereken zamanlar gelmişti. Buraya kadar yapılan takım savunmasıyla ve hücumla bir yere gidilemeyeceği çok belliydi. Özellikle Gasol ve Bynum’dan inanılmaz katkı alan Lakers, Kobe’nin pasif kalan oyununa rağmen sahaya koyduğu inanılmaz savunmasıyla maçı rahatlıkla aldı. Daha sonra seri tekrar OKC’ye gitti. Bu maç Kobe’nin playoff sezonuna merhaba dediği maç olacaktı. Sahada savaşan bir takım vardı, 32 sayıyla takım arkadaşlarına yardım eden Kobe son topu kullanmak zorunda kalmıştır. Hucum yönüne göre sağ tarafa doğru gidip normalde kaçırmayacağı bir atışın kaçması ve Gasol’ün son saniyede tamamlamasıyla seri Lakers’a gelmişti. Bu seriye fazla sevinmeden hemen Utah serisine doğru yol aldı takım.

‘’Playoff Odds’’ denen bir sisteme göre, ilk seride bu kadar zorlanması göz önünde bulundurularak herkes Utah’ın tur atlayan taraf olmasını görmek istiyordu. Karşımızda 2008 senesinde 4-2, geçen sene 4-1 ile elediğimiz bir Utah takımı vardı. Denver karşısında inanılmaz bir savaş veren ve Lakers dan geçen yılların intikamını alacak bir Utah. Seriye dair genel izlenimlerden bahsedelim. Kobe’nin form tutmuş olması ve etrafa seri öncesinde korku salması zaten bilinen bir şeyler. Asıl hikaye D.Williams’ı kimin savunacağı kısmıydı. Birtakımları tarafından NBA’in en iyi 1 numarası olarak gösterilen D.W birçok sorun çıkartacaktı. Kobe-Gasol 2 lisi sayesinde beklenenden kolay geçen bir ilk maç izledik.2 maçta takım olarak iyi savunma yaparak ve Kobe dışındaki oyunculardan beklenen, artık olması gereken katkıları alınca ve buna birde D.W’ın düşük şut yüzdesi eklenince ilk 2 maç beklenenden kolay geçmişti. Seri Utah’a taşındığı zaman önceki senelerde olduğu gibi herkez Utah’ın 3cü maçı bir şekilde almasını bekliyordu. Utah ilk 3 çeyrek gerçekten çok rahat oynadı ama 3cü çeyreğin ortalarına doğru kobe fırtınası değil kobe kasırgası esmeye başladı. 3 ci çeyreğin bitimine 6.50 varken maç 62-61 lakers tarafına dönmüştü. Maç son saniyelere kadar inanılmaz bir heyecanda devam ederken sahneye Derek Fisher çıktı ve takımı tekrar maça ortak eden 3lüğü maçın bitmesine 40 saniye varken yolladı. Daha sonra karşılıklı fauller sayesinde maç D.W’nin son saniye işçiliğine kalmıştı. Fazla el üstü sayılamayacak bir şutta isabet bulamayıp, daha sora gereken ‘’tip’’ de gelmeyince Lakers zorda olsa 111-110 kazanmayı bildi ve Lakers seyircilerine süpürgelerini hazırlattı.  Son maça geldiğinde artık seri belirlenmişti. Kobe-Gasol ortaklığıyla 4cü maçı da alıp yoluna devam etti Lakers. Maçtan notlara bakmak gerekiyor biraz. Öncelikle herkes Utah’ı beklerken bu taraftan Lakers nasıl bir “sweep’’ yaptı? Lakers uzunları, Utah’a göre biraz fazla uzun kaldı seri genelinde. Son maç hariç hücum ve savunma reboundlarında utah’a karşı bariz bir üstünlük kuran Lakers için işler artık Kobe’nin dümene geçmesiyle fazla zorlaşmadı. Utah tarihinde 7 maçlık serilerde ilk kez süpürmüş oldu ve kendi tarihini tekrardan yazma fırsatı buldular. Seri sonrasından D.W’ın Kobe Bryant hakkında “Onun için yaşlı diyenlerin şu anda ne düşündüğünü merak ediyorum. Kobe; NBA’de kızdırmak isteyeceğiniz en son oyuncudur ve biz sanırım bunu yaptık’’ şeklinde bir açıklaması olmuştur.

Artık intikam zamanıydı. Kobe kendisine yapılanları asla unutacak tarzda bir oyuncu değil ve hiçbir zamanda olmadı. İntikamlarını gereken zamanda tek tek almasını bildi. Artık en büyüğü sıraya girmişti. Rakip; batı yakası şampiyonluk serisinde Suns’tı… Lakers camiası 2006 ve 2007 yıllarında olanları hiçbir zaman unutmayacak beklide. Hele 2006 yılında 3-1 den verilen seri… Basın toplantısında Kobe Bryant’ın ‘’ daha önceki senelerde Suns takımına karşı olan hüsranlarınız, sizi bu seride ne kadar etkileyecek sorusuna fazla konuşmadan ‘’neler olacağını biliyorsun’’ demesi fitili ateşlemişti. Ateşlenen fitil ilk maçta kendini göstermişti. Kobe maçı 40 sayı atarak bitirmişti. 3cü çeyreğe tam 21 sayı sıkıştıran Kobe maçı da %52 şut isabetiyle tamamlamıştı. Lakers takım olarak ilk 2 maç inanılmaz bir şut yüzdesiyle oynamıştı. İlk maçta takım olarak yakalanan %58 lik şut yüzdesine 2 maçtaki %57,1 lik dereceyi de eklediğimiz zaman ortaya inanılmaz bir tablo çıkmıştı. Ve o 3cü maç, her şeyin değiştiği. Suns takımı 3cü maça inanılmaz bir başlangıç yaptı Amare ile. Resmen durdurulamaz bir biçimde oynarken birde ortaya alan savunması çıkıverdi. Lakers o gece gerçekten çok hazırlıksız yakalanmıştı. Bilirsiniz NBA de alan savunması çok kullanılan bir yöntem olmadığından dolayı, her takım bu duruma hazırlıklı değildir. Eğer alan savunmasına hücum etmeyi bilmiyorsanız tamamen işiniz bitmiştir demek. Takım olarak yeterince top çevirip boşlukları bulamadık. Buna birde R.Lopez’in hayatının oyununu oynaması eklenince o gece Kobe’nin zorlama şutları ve Suns galibiyetiyle bitmesi demek oluyordu. Seri 4.maç sonucunda 2-2 ye gelmiş, artık bir çare bulmak gerekiyordu. Kobe’nin yüksek 3lük yüzdesi sadece kendi çabasıyla atabildiği 3lüklere dayanıyordu, takımda halen bir hücum edebilme birliği oluşmamıştı. Ancak Game 5 seyircileri gene özel bir ana tanıklık etmeye hazırlanıyorlardı. Çekişmeli geçen bir maç sonrasında Lakers alan savunmasına nihayet doğru hücumları gerçekleştirebildi ve son top Kobe’nin ellerinde kaldı. Kobe kendisi için gereken doğru şutu buldu ve attı ama top çemberden geçmemekte ısrar edince bu sefer devreye Artest çıktı. Son saniyede rebound’u alıp topu çemberden geçirdiğinde herkez sevinçten neler yapacağını bilmiyordu; Artest bile. Maçtan sonra basın toplantısında, “Ben ilk başta Kobe’ye faul yapıldı sandım ancak daha sonra Kobe’nin şutunun kısa kalacağını anlamıştım, bir hamle yaptım ve doğru zamanda topla buluşup sayıyı gerçekleştirdim’’ derken ki sevinci gözünden okunuyordu. Hem de bu kadar kötü bir seri geçirmişken. Game Kobe, pardon yanlışlıkla oldu, Game 6. Lakers taraftarları kendi salonlarında efsanevi bir performansa tanıklık ettiler. Bir önceki takımı kurtaran Artest eşliğinde son saniyelere büyük heyecan taşındı. Son anlara büyük heyecan taşındı, maç başa baş devam ediyordu. Kobe sahne almaya karar verdi ve 3cü çeyreğin son saniyelerinde inanılmaz bir atışla bunun belirtilerini göstermişti. Bitime 2 dakika varken skor 99-96 Kobe topu sırtında Hill ve Frye varken aldı, sol dibe doğru inanılmaz bir fade-away şutu soktu. Bitime 35 saniye kalmışken, Suns koçu Alvin Gentry’nin hemen önündeki pozisyonda sırtında bu sefer Hill varken topu aldı. İyice dibe doğru giderek inanılmaz bir fade-away şut daha yolladı Suns potasına. O şuttan sonra Alvin Gentry’nin “good defence’’ lafına karşılık olarak “not enough’’ cevabını vermesi ise ne kadar inandığının bir göstergesiydi. Maçtan sonra Alvin Gentry’nin açıklamaları gerçekten ilgi çekiciydi.  Kobe Bryant’ı durduramadınız sorusuna “M.J ?” diye cevap veren Gentry devamında Kobe’nin nasıl bir yapıda olduğundan durdurulamaz olduğuna kadar her noktaya kendince açıklık getirdi. “Hill son pozisyonda tamamen Kobe’nin üstündeydi, nasıl atabildi inanamıyorum’’ dedi.
2008 yılını hatırlayanlar kimlerdir? 4-2. Boston. 6. Maçtaki 33 sayılık fark. Kobe Bryant o gün düşen her bir konfetinin intikamı için 2 sene bekledi ve 7. Kez nba finali oynamaya hak kazandı. Takım olarak son 3 senedir finaldeydi Lakers ve bu sefer gerçekten çok ciddi bir rakipleri vardı.Boston Celtics. Akıllarda kalan her şeyi paylaşma noktasına artık geldik. İşte nba ne için oynanıyorsa, ondan bahsetmeye geldi sıra. 61 yıllık tarihte Lakers 31. Kere final oynama hakkını elde edip, 16. Şampiyonluğunu arıyordu. Basın toplantıları, seri değerlendirmeleri her şey bitin 1. Maç başlamıştı. İlk maçta 2 takım önce kontrollü bir biçimde başlamış daha sora ağır basan taraf Kobe’nin Lakers’ı olmuştu. İşler olması gerektiği gibi yolunda gidiyordu. Lakers ilk maç, çok iyi bir defans yapıp rakibi %43 gibi düşük sayılacak bir yüzdede tutmuştu. 2008 deki gasol’ü arayanlara hemen cevap verelim. Artık o Gasol yok!. Teşekkürler Ray Allen, bu maç onun maçıydı. Final serisinde, bir maçta en çok 3 lük atan oyuncu olmayı başarmıştı. Maç boyunca yeteri kadar kovalamanın cezasını Ray Allen çok kötü kesmişti takıma. 32 sayı ile maçın en skorer oyuncusu oldu. Kobe-Bynum-Gasol 3 lüsünün 20 li sayılarına rağmen yenilgi kaçınılmaz olmuştu. Saha avantajını kaybeden Lakers, geri kalan 3 maçı deplasmanda oynayacaktı. Dünyanın en iyi basketbol oyuncusu Pierce maçtan sonra “L.A ye tekrar geri dönmeyeceğiz’’ diye açıklama yapmıştı.Maça Ray Allen damgasını vurdu. 13-0 gibi bir yüzdeyle oynadığını düşünürsek; 2. Maçtaki rakamlarını ortalamasını aldığımız zaman kendi ortalamaları ediyordu.  Her maçta Allen’ın böyle bir performans vermesini beklemiyorsunuz tabi ki ama şu durumda çok net belli olmuştu ki, Boston’un Lakers’ı yenmesi için özel bir şeylerin olması gerekiyordu. Biri özel bir şeyler mi dedi? Derek Fisher seslerini duyar gibi oldum sanki.2004 Sezonu, SAS-LAL serisinin 4.maçı tarihte ‘’Fish Game’’ diye hatırlanır. Biliyorsunuz ki kendisi o maçın bitimine 0.4 saniye kala inanılmaz bir şut sokarak serinin kaderini değiştirmişti. İşte bence bu maç “Fish Game2” olarak adlandırılmalı. Genel bir değerlendirme yapacak olursa, sezon içinde 3e1 hücumlarda 3lük atlasını, 4 kişinin arasına dalmasını ve gereksiz şut seçimlerini izleyip, ona küfür eden taraftar sayısı çoktur. Ama Fisher’ın bir playoff oyuncusu olduğunu ve inanılmaz bir tecrübeye sahip olduğunu geçen sene herkes Orlando serisinde görmüştü. Maçın özellikle 4.çeyreğinde fırtına gibi esen bir Fisher vardı sahada. İzlenmeye değer bir performanstı gerçekten..Biri özel bir şeyler mi dedi?(2) 4.maçta ortaya G.Davis çıktı bu seferde. Seri artık 2-2 ye gelmişti. Glen Davis’in ekstra oyunuyla Boston bir kere daha kazanmıştı. 5 maçıda alan Boston seride 3-2 öne geçmişti. Bynum’un diz problemleri artmaya başlamıştı ve dizinden sıvı aldırdıktan sonra nispeten daha rahat olduğunu söylemesine rağmen sahada beklenen performansı bir türlü veremiyordu. Dış sahada oynamanın avantajıyla;  Gasol içeride çok yalnız kalıyordu Boston uzunlarına göre. Kobe her serefinde ayakta kalan tek oyuncu olmuş ve aşırı derecede yıpranmıştı. Seri tekrar L.A ye döndüğünde Lakers takım olarak daha önce hiç yapmadığı bir savunma yaptı Boston’a karşı. Boston takımı sadece 67 sayı attı ve 22 sayılık farktan kurtulamadı. Maçın kader anı, beklide serinin kadar anı Perkins’in sakatlanmasıydı kuşkusuz. 5.maç sonrasında senaryolar  baya bir karışıktı bu maçı Alana kadar lakers cephesinde. Bynum’un içler acısı durumu bütün lakers taraftarlarına acı vermekteydi. Dizinden tekrar sıvı alınan Bynum sahaya dönmüştü, sınırlı dakika oynaması bile yeterdi.

Ve 7. Maç. NBA tarihinde adı geçecek bir seri olmaya doğru, belkide çoktan olmuş bir serinin 7. Maçı. Maç, bir önceki maça gore daha hareketli olarak giderken, bir anda son dakikalara gelindi.Önce fisher yürekli bir 3 sayı sokarak tekrar maça ortak etti takımını daha sora artest, sezonun kendi adına en önemli şutunu, Pierce’in el üstünden soktu.Kobe Bryant’ın rezalet denilebilcek seviyedeki 7. Maç performansına rağmen ( 24-6 saha içi) lakers 16., Kobe de 5. Yüzüğünü takmıştı.Bu dakikadan sonar 7. Maç için söylenebilcek fazla birşey yoktu. Şimdi bu serinin biraz analizine geçelim.  Ana kısımda incelememiz gerekiyor.

1.Rajon Rondo;  Cavs serisinde, Cavs oyuncularını sahaya kendi elleriyle gömdü resmen. T.D a yakın ortalamalarıyla Orlando’nun da canını yakmıştı bir hayli.Sıra Lakers’a geldiğinde karşısında Kobe Bryant’ı görecekti.2008 yılını izleyenler bilir, Kobe o aralar ipi kesilmiş deli dana gibiydi. Ne hucumda, need savunmada ne yapacağını bilmiyordu.Rondo’yu 7 maç boyunca inanılmaz istikrarlı bir şekilde kovalamak gerçekten kolay değildi onun adına. Özellikle iç sahadaki maçlarda savunması kusursuza yakındı. Rondo artık sıradan bir oyuncu değil, onu elbette durduramazsınız ama sınırlamayı iyi başardık gerçekten.

2.Pierce; Artest niye geldi Lakers’a ? Kimse ondan 25-30 lu rakamlar beklemiyordu.2008 de Lakers kadrosunda Pierce’ı Walton la savunmaya çalışırken şimdi karşısına Artest’i koyabildik nihayet. O savunmayı yapması için ve arada bize ekstra bir şeyler katabilmesi için burada ve işte bunu yaptı. Pierce’ı gerektiği kadar sınırladı ve buda bizim işimizi kolaylaştırdı. Zaten sertliğe her şekilde cevap verebilen bir oyuncu, her şekilde!

3.Sertlik Boston’a karşı kullanmanız gereken bir silah, yoksa onlar size kullanacaktır.2008 yılında en son ben Garnett’in Gasol’ e ayağını sildiğini hatırlıyordum. Bu sene karşımızda gene maç oynamaya değil, kavga etmeye gelen bir Boston takımı vardı. Özellikle içeride Perkins, Garnett gibi savunmayı iyi beceren ve sert adamları vardı. Perkins zaten yeteri kadar kalıplı bir uzun, garnett savunma uzmanı ve sert bir oyuncu. Bunlara karşı geri adım atmamak zaten yeteri sertliği gösterdiğiniz anlamına geliyor. Yoksa bu oyuncuları ezmeniz söz konusu değil zaten, öyle bir beklenti içine girip hayal kurmanın bir anlamı yok. Lakers bunu çok iyi başardı. Artest’den bahsetmiyorum; Gasol çok iyi karakter gösterdi. Tam bir İspanyol boğası gibiydi.

4.Bynum.Bence serinin kaderini değiştirebilecek bir oyuncu.Kobe Bryant demedim, Bynum dedim. 2008 yılına tekrar dönmemiz gerekiyor bunu daha ince olarak fark etmek için. İçeride duran bir uzun, her zaman kısadan daha iyidir. Gasol ve Odom ile bu sene bu iş gene olmazdı. Boston yaşlandı, yavaşladı gibi geyikleri lütfen geçelim, Bynum en nihayetinde beklendiği kadar sert bit oyuncu olmasa bile uzun bir oyuncu ve içeriyi kapatabiliyor.Çok rahat rebound almalarına engel oluyor, içeriye dalan oyuncuyu Gasol karşılamak zorunda kalmıyor 5 numara gibi. İçeride gerçekten 2 tane uzun var bir tane uzun bir tane kısa-uzun yok. Bynum ortaya inanılmaz bir yürek koydu. Doktorlar devre başına 10 dakika oynamasına müsaade ettiler ve gereğini yerine getirdi bizim koca oğlan…

Sonuç olarak 2010 şampiyonunun adı Lakers oldu. Belki de bu alınan en anlamlı şampiyonluk oldu hem takım hem de Kobe açısından seri 3-2 ye geldiğinde herkesin iş bitti dediği anda inanılmaz bir yürek ortaya koyduk. Saha kenarında havlu sallayan cocuk bile havluyu bir farklı sallamaya başlamıştı 3-2 den sonra. Kobe gereğinden fazla baskı altında kaldı ve son 2 maçta gerçekten kötü oynadı.Gerçi son maçtaki rebound katkısı inanılmazdı ama üstüne 3 kişi savunma yaparsa bir oyuncu heralde maçta sayı atamaz.Çok zorlama şutlar kullanmak zorunda kaldı çoğu zaman, ama genede buraya kadar geldikten sonar bunları tartışmak gereksiz. Herkes Perkins’den sonar işlerin basitleştiğini yazdı çizdi ama unutmamak gerekiyor ki biz serinin tamamını bynumsuz oynadık neredeyse. %30 civarlarında bir performans ancak alabildik kendisinden, yoksa seri zaten 4-3 e gelmeyecekti.

2009-2010 sezonunun kapanışına geldik. Biraz yeni sezonda yapılması gereken hamlelerden ve düzenlemelerden bahsedelim. 3 Peat NBA tarihinde çokça görebildiğimiz bir olay değil ve inanılmaz prestijli bir şey olduğu aşikâr. Buraya kadar back-to-back olarak geldiyseniz bundan sonra yapacağınız şey 3cü şampiyonluğu kovalamaktır. Lakers yönetimi önce koç Phil Jackson davasını çözmek zorunda. Aldığı parayla alakalı olan sorunlar olduğu yazılıp çizildi ama bu saatten sonra bunların Jackson için fazla önemli olduğunu sanmıyorum. Doygunluktan bahsedilebilir, ama zaten o zaman bu sene burada olmazdı, zaten NBA tarihinin açık ara 1 numarası oldu. Geriye tek sorun sağlık olarak gözüküyor. Bir an önce buna bir açıklık getirmek gerekiyor. Daha sonra takımın acil 1 numaraya ihtiyacı var. Evet Fisher varken daha nasıl 1 numara diyorsunuz ama sezon içinde de maçlar oynanıyor ve Fisher’ın buna daha fazla dayanacak gücünün kaldığını düşünmüyorum. Öyle anlar geliyor ki, Lakers taraftarı bile bu duruma dayanamıyor! Bench den bahsetmeme gerek yok. İşe yaramayan, sadece ‘’şut makinası’’ olarak gözüken Farmar’dan kurtulmak en güzel çözüm. Morrison’un (kol) gibi kontratının bitmesiyle beraber biraz hamle yapılacak yer açılıyor. Toparlamak gerekirse, koç değişikliği dışında bizleri bekleyen çok büyük sorunlar yok. Ufak tefek birkaç hamleyle biraz daha güçlenip seneye 3cü şampiyonluk için Lakers’ı sahada izlemeyi bekliyoruz.
Herkese iyi yaz tatili diliyoruz.

Buğra Uzar
Fırat Çimenli

Kadronun Başarısı Kuruluşundan Başlar

KADRONUN BAŞARISI KURULUŞUNDAN BAŞLAR – Beko Basketbol ligi 2010 sonu değerlendirmesi

Beko Basketbol Liginde 2009-2010 sezonu en çok eleştiriye hedef olan Fenerbahçe Ülker’in 2 kupa birden kazanıp ezici üstünlüğü ile son buldu.
Bu şampiyonluklarda aslında Cumhuriyet tarihi boyunca yapılmış en yüksek harcama ile (20.Milyon Euro) 3 kupada da sınıfta kalan Efes Pilsen’in de rolü büyüktü.Ataman’ın gelişi ile çılgın bütçeler ortaya koymaya başlayan Efes Pilsen kendi değerlerini elinin tersi ile bir kenara itip hak etmediği halde uçuk paralar verdiği oyuncularından hiç verim alamayınca müthiş bir çöküş yaşadı.Bu çöküş aslında geçen yıl ki şampiyonluk sonrası ortaya çıkan doping olayı ile başlayıp play-off final serisindeki hezimet ile sona erdi.Lacivert beyazlılar sezon boyu oyuncu-Koç kavgasını bir türlü mutlu sona eriştiremediler.İdari alandaki başarısızlık teknik başarısızlıkla birleşince 2 yılda yaklaşık 38 milyon Euro çöpe gitti…….
Avrupa’da ilk yıl normal sezon sonunda şok eve dönüş.Bu sezon ise normal sezonun sonunda Avrupa’da bile çok inandırıcı görünmeyen ve çok tartışılan son maç talihiyle TOP 16….

Avrupa’daki Efes Pilsen bu mudur?

Ataman Beşiktaş’a gidişinde kulüp tarihinin en yüksek bütçelerini organize edip 3 kupa demişti ama final bile oynayamadan sezona veda etmişti.Daha da önemlisi Beşiktaş hala o yılın borçlarını ödüyor !!

Başlıktaki gibi düşündüğümüzde bir kadronun başarısı kuruluşundan başlıyor. Sezona girmeden eş-ahbap-dostun oyuncularını transfer ederek sonuç alınmıyor.Kulübün hedefleri ve oynanan ligin şartları doğrultusunda yapılmayan transferler böyle hüsranla sonuçlanıyor.Efes Pilsen ve Ergin Ataman bundan böyle umarım daha dikkatli olurlar.Çünkü Ataman Koç olarak Efes Pilsen de kulüp olarak büyük imaj kaybettiler.Bu imaj nasıl düzeltilir bilemiyorum.Avrupa’nın en saygın markalarından biri Avrupa’da can çekişiyor.Bir zamanlar İtalya-İspanya-Rusya ve Türkiye’de önemli bir havası olan Ataman ise o günlerden çok şeyler kaybetti.Biri basketbolumuzun en kariyerli kulübü…diğeri ise en kariyerli Koçlarından biri….Hadi artık toparlanın….yoksa aynaya baktığınızda bile kendinizi göremeyeceksiniz !

Efes’i eleştirdik ama 2 kupalı şampiyona da iki laf edelim.Bu iki kupa Fenerbahçe’nin eseri olmaktan çok rakiplerin çok kötü olması ile gelen kupalar.Bu kadar çok imkan ile bu kadar kötü basketbol ve Avrupa’daki hüsran neyle tarif edilebilir? Gelelim Fenerbahçe’nin kadro kuruluşuna…..Aydın Örs’ün gidişi sonrası Fenerbahçe oyuncu yetiştirmekle ünlü Bogdan Tanjevic’i işin başına getirdi ve Tanjevic’e de aynı şeyi söyledi ‘Bize oyuncu yetiştir’…..Ama uygulama 3 yıl içinde öyle olmadı.İlk yıl Emir ve Vidmar gibi 2 genci transfer edip yabancı hakkını kullanan Fenerbahçe Ülker Avrupa’da TOP 8 oynayıp ligi şampiyon bitirmesine rağmen birden farklı bir yöne kaydı.Önce Solomon NBA’e gitti.Ardından Williams ve Kinsey NBA oyuncusu havasına bürünüp takımdan ayrılınca Tanjevic’i dinlemek yerine transfer coşkusuna kapılan yöneticiler Bogdan’ın hiç istemediği isimleri getirmeye başladılar.Gordan Giricek bu konuda başı çekti ve takımdaki diğer isimlerle arasındaki müthiş fiyat farkı nedeniyle baştan huzuru kaçırdı.Üstüne sakatlıktan hiç oynayamayınca işin tadı kaçtı.Air Avellino’da iyi sezon geçiren Marquies Green ve Devin Smith Euroleague çizgisinde olamadılar.Emir ve Vidmar’ın gelişimi mutlu etse de TOP 16’dan ileri gidemedi sarı lacivertliler.Burada yöneticilerin Tanjevic’i bu iki oyuncunun transferinde eleştirmeleri bu sezon başında transferi Tanjevic’e bırakmamalarına neden oldu.Geçen yıl şampiyonluğun kaybedilmesinde önemli bir pay sahibi olan Solomon zorla yeniden getirildi ve hep sorun oldu.Gittiğinde ise Fenerbahçe’yi enkaza çevirmişti bile.Greer gibi yumuşak bir ismin transferi tuz biber oldu.Giricek zaten cam çocuk gibiydi.Yanından geçerken PÜFFF deseniz bir yeri sakatlanıyordu.Üzerine Greer derin darbe oldu.Euroleague’in normal sezonunu Ukic’i bekleyerek oyun kurucusuz geçiren Fenerbahçe Ülker orta sahayı zor geçince Euroleague’e havlu attı.
Sezon devamında Ukic’in gelişi ile yakalanan ivme 2 kupa birden getirse de Fenerbahçe transfer yanlışlarının faturasını ağır ödedi.Genç oyuncu seven bir sistem Koçunu getirip transferi yöneticiler yapınca sihir tamamen bozuldu ve Fenerbahçe sıradan bir Avrupa takımı haline geldi ve sürekli kan kaybetti.İlk yıl TOP 8,ikinci yıl TOP 16 ve son sene normal sezon sonunda eve dönüş !!!!!!

İşte 2 takımın transfer yanlışları birbirine benzeyince ortaya çıkan tablo bu oldu.Sadece birbirleriyle oynadıkları maçlarda izleyenlere keyif verdiler okadar.Avrupalı hep nokta atış yaparken ve Euroleague yıldız yetiştirirken biz ortaya hiç bir şey koyamadık.Demek ki maharet antrenmanda ya da takımın başında şık takım elbiselerle çıkmak değil öncelikle takımı düzgün kurabilmekmiş…..

TV yorumcusu olup ekranda biraz eleştirince hemen düşman ilan ediliyorsunuz.Eleştiriye hiç tahammülleri yok.Yıllardır bedava danışmanlık yapıyorum.Söylediğim,ikaz ettiğim hangi şey yanlış çıktı biri bana ne olur söylesin.Kimse ‘Bu adam Euroleague’i ve sistemleri iyi bilir.Bunu biraz dinlesek iyi olur’ demedi !!!

Eline telefonu alan Genel Müdürüme şikayet etti. Söylemlerimi değiştirmem için baskı uygulamaya çalıştılar…Sonuç? Ne söylediysem ve ikaz ettiysem onlar çıktı………!!!!!!!!!!!!!!!!!!

Kulüplerin öncelikle teknik ve idari kadro oluşumunu çok başarılı yapmaları gerekiyor.Çalışanların teknik ve idari katkıları teraziye konmalı.Teknik ekipte görünüp Avrupa takımlarının sistemlerini tanımayan,Koçların sistemlerini ve ne hamle yapacağını kestiremeyen ve oyuncuları teknik olarak tanımayan teknik ekiplere takım teslim etmemek gerek.
İdari anlamda ise öncelikle vizyon gerekir.Takımın üzerinde saygınlık gerekir.Teknik ekipten teknik olarak hesap soramayan idari ekip olabilir mi? Basketbol takımları şirket gibi yönetilmez beyler…..

Neyin neden yapıldığı,transferin hangi nedene dayandığı soruşturulmalıdır.Antrenörlerin oyuncu menajerleri ile ilişkilerini kulüpler çok iyi etüd etmelidir.Transferin nedenini araştırmalıdır.Yoksa daha büyük hüsranlar kapıdadır bilginize !!
Sezon öncesi bunları ikaz etmek istedim.Sonrası beni ilgilendirmiyor.Her koyun kendi bacağından asılıyor.Yanlış yapan bedelini öder.Bende  bu yazının tarihini ve bazı paragrafları alıp yeni yazıma ekler ve ‘Ben size filan tarihte söylememiş miydim’ diye gırgır geçerim….Bozulmaca yok….Beni şikayet etmek yerine biraz dinleseydiniz belki de Final Four’da sizleri izlecektik.2 Milyon Euro’luk Partizan 8-10 maç Aleks Maric’siz bu işi becerebiliyorsa bizde becerebilmeliydik.

Kadro kurmak bir sanattır.Avrupa’da bu tip sanatkarlar çok.Bakın Dusko Vujosevic 3 yıldır tarih yazıyor.Euroleague bu yıl ayıp olmasın diye en iyi Koç ödülünü Xavier Paqual’a verdi çünkü geçen yıl ödül Dusko’nun olmuştu.2 Milyon Euro’ya finali uzatmada kaçırdı…Barça’nın 18/1 bütçesiyle yani….!

Geçen yıldan Rakocevic, Pete Mickeal, McDonald ve Prigioni’yi kaybetmesine rağmen nokta atışlar yapan Dusko Ivanovic Süper Kadrolu Barça’yı İspanya finalinde ikisi Barcelona’da olmak üzere 3 kez üst üste süpürüp İspanya şampiyonluğunu kazandı.Bu adamın emeklerine ve transfer stratejisine bakan var mı acaba?

Bugünlerde transferlere bakıyorum ve mutlu olamıyorum. Avrupa’dan alınabilecek iyi oyuncular bunlar mı?
Akıllı transfer önce rakibini zayıflatmaktır. Yani Fener’in Efes’ten Kaya’yı alması gibi…Ama Avrupa’daki rakiplerimizin kadrosunu bozamıyoruz.Sadece onların bıraktığı isimleri kapıyoruz.Yangından mal kaçırır gibi.Efes ve Fener Cibona Zagreb’in üstüne üşüştü.Biri forvetini diğeri Koçunu aldı.Bu takım değil miydi sezonun büyük bölümünde en kötü yüzde ile şut atan,kötü basketbol oynayan,çok az maç kazanan ve en zayıf grupta 4’lü averajla TOP 16’ya kalan ? Ben başka bir lig mi izledim diye düşünüyorum bazen…….!!!!
Biraz söz geçirilebilecek Koç arıyor yönetimler sanırım.Perasovic ve Spahija o tip görünümlü Koçlar.Obradovic,Messina,Ivkovic,Ivanovic,Scariolo,Giannakis ve Vujosevic ile aynı ligin Koçu değiller.
Peki biz başka bir ligde mi oynayacağız? Bütçesi çok düşen CSKA Moscow son 3 yılda mucize işler yapan Dusko Vujosevic’i alabiliyor da biz neden alamıyoruz? Çünkü Koçun vizyonu ve kariyeri Kulüp vizyon ve kariyerini aşınca sanırım sıkıntı oluyor…tabii

Avrupa’daki vizyon…yanlış anlaşılmasın !!!!
Dünya basketbol şampiyonasına az zaman kaldı.Türk basketbolu çok önemli bir sınavdan geçecek.Bu sınav sadece Basketbol Federasyonu,Turgay Demirel,Tanjevic’in sınavı değil.Bu başarı ya da başarısızlık sadece onların eseri olmayacak.Bu basketbol hepimizin basketbolu.Sahada,ekranda,yazılı basında ya da işin yönetim bazında hepimizin ortak katkıları var.Ve tabii yanlışları.Şampiyona bittiğinde başarılı olduysak işi bitirdik diye algılarsak sonraki yıllarda hüsran yaşarız.Zaten tembellik ve erken havaya girme özelliğimiz üst düzeydedir.Aman dikkat….!

Ya da başarısız olursak Avrupa’nın en kötüsü ve en başarısızı filan olmayacağız.Başarılı olursak Demirel en iyisi ya da başarısız olursak Demirel en kötüsü olmayacak…Daha doğrusu olmamalı…Pasta içindeki  görevlerimizi ne kadar yaptığımızı etüd şansını bulmalıyız.Bundan sonraki yıllar için üretime katkı sağlamalıyız…….

Dünya Şampiyonası bitiminde ise Euroleague heyecanı için beklemeye başlayacağız.Yani en azından ben.Çünkü Euroleague benim yaşam biçimim oldu uzun yıllardır.Ancak Efes ve Fenerbahçe’nin şu andaki görünümü çok umut vermiyor….İnşallah ben yanılırım…Bu birazda gruplarla ilgili..Birbirine çok fazla denk takım olduğunda işler beklendiği gibi gitmeyebiliyor.Bu yıl bari gerek Dünya Şampiyonası ve Avrupa Kupalarında şans bizden yana olsun….
Yolumuz açık olsun…………

Nejat Sayman


TB2L’de Normal Sezonun Ardından..

TB2L’de normal sezon maçları sona ererken gruplarında play-off’a kalan ve ligden düşen takımlar belli oldu. TB2L A Grubu’nda play-off’a kalan takımlar; Hacettepe Üniversitesi, Trabzonspor, Selçuk Üniversitesi, Vestel, Gelişim Koleji, Pertevniyal, Finalspor ve Beykoz olurken, Düzce Gençlik ve Yeni Nesil bölgesel lige düştü.

B Grubu’nda ise; Olin Gençlik, FMV Işık, Genç Telekom, İTÜ, Uşak Belediye, Akhisar Belediye, Yeşilyurt ve Optimum TED Kolejliler play-off’a kalan takımlar olurken, Akçakoca Poyraz ve Pamukkale Üniversitesi bölgesel lige düştü.

TB2L play off eşleşmeleri ise aşağıdaki şekilde oluştu.
Hacettepe Üniversitesi – Optimum TED Kolejliler
Trabzonspor – Yeşilyurt
Selçuk Üniversitesi – Akhisar Belediye
Vestel – Uşak Belediye
Olin Gençlik – Beykoz
FMV Işık – Finalspor
Genç Telekom – Pertevniyal
İTÜ – Gelişim Koleji

SEZONUN EN İYİLERİ

Biz de bu sayımızda sizlere TB2L’de normal sezonun en çok dikkat çeken, 5 yerli ve 5 yabancı olmak üzere en başarılı 10 oyuncusunu seçtik.

Türk Oyuncular

1. Orhan Haciyeva (Pertevniyal)
Bu sezon müthiş bir gelişme gösteren Azeri asıllı oyuncu Orhan Haciyeva, birçok kez Haftanın Oyuncusu olmayı başarırken önümüzdeki yıllarda Beko Basketbol Ligi’nde rahatlıkla oynayabileceğini gösterdi. 12.9 ribaund ortalamasıyla normal sezonu “Ribaund Kralı” olarak tamamlayan Orhan Haciyeva, 22.3 sayı ortalamasıyla sayı krallığında da 2. sırada yer almayı başardı.

2. Mustafa Abi (İTÜ)
Yıllarca Efes Pilsen, Fenerbahçe ve Beşiktaş formalarıyla 1. ligde izlediğimiz tecrübeli oyuncu Mustafa Abi, bu sezon İTÜ formasıyla çok başarılı maçlara imza attı. Lige çok iyi başlayıp, uzun süre sayı krallığında 1. sırada yer alan Mustafa Abi, yaşadığı sakatlıktan sonra bir süre sahalardan uzak kalsa da, ligin son bölümünde sahalara döndü ve Harun Erdenay’ın takımın başına gelmesiyle birlikte yeniden formunun zirvesine çıkmayı başardı. Mustafa Abi, sezonu 21.0, 3.2 ribaund, 2.9 asist ortalamalarıyla kapattı.

3. Can Maxim Mutaf (FMV Işık)
Altyapıda yakaladığı başarılar ve sayı krallıklarıyla herkesin büyük umutlar bağladığı ancak bu sezona kadar aynı başarıyı üst yapıda gösteremeyen Can Maxim Mutaf, çifte lisansla oynadığı FMV Işık formasıyla TB2L’de harikalar yarattı. Sezonu 18.9 sayı, 3.0 ribaund, 2.0 top çalma istatistikleriyle kapatan Can, aldığı sorumlulukla birçok kez takımına maçı kazandıran isim olmayı da başardı.

4. Admir Aziz Kan (Yeşilyurt)
Uzun yıllardır TB2L’de çeşitli takımlarda forma giyen Boşnak asıllı oyun kurucu Admir Aziz Kan, bu sezon kariyerinin en iyi sezonunu yaşadı ve ligden düşer gözüyle bakılan Yeşilyurt’un sürpriz bir şekilde zirve mücadelesi vermesinde başrol oynadı. 5.8 asist ortalamasıyla sezonu “Asist Kralı” olarak tamamlayan Admir Aziz Kan, bunun yanında 18.0 sayı, 3.2 ribaund ortalamaları da tutturdu.

5. Can Uğur Öğüt (Genç Telekom)
Genç Telekom bu sezon ortaya mükemmele bir performans koyarak sürpriz bir şekilde zirve ortaklarından olurken, Can Uğur Öğüt de gösterdiği performansla adeta bir yıldız gibi parladı. Normal sezonu 16.9 sayı, 5.2 asist, 4.0 ribaund, 2.1 top çalma istatistikleriyle kapatırken, henüz 1992 doğumlu bir oyuncunun bunları başarabilmiş olması basketbolumuzun geleceği adına bizlere de umutlandırdı.

Yabancı Oyuncular

1. Tyrone Nelson (Akhisar Belediye)
Geçtiğimiz sezon bölgesel ligden TB2L’e yükselen Akhisar Belediye, sezon boyunca çok iyi bir performans sergileyerek play-off’a kalmayı başarırken ABD’li oyuncuları Tyrone Nelson bu başarıda en büyük pay sahiplerinden biri oldu. Sezonu 21.9 sayı, 11.1 ribaund ortalamalarıyla kapatan Nelson, takımının birçok maçta galip gelmesini sağlayan isimdi.

2. Al Fisher (Akçakoca Poyraz)
Akçakoca Poyraz’ın sezon içinde renklerine bağladığı Al Fisher, sergilediği muhteşem performansla takımına birçok maç kazandırırken, Beko Basketbol Ligi ve yurtdışından birçok takımın da transfer listesine girmeyi başardı ancak tüm çabalarına rağmen takımını ligde tutmayı başaramadı.  26.0 sayı ortalamasıyla normal sezonu “Sayı Kralı” olarak bitiren Fisher, bunun yanında 3.8 asist, 4.7 ribaund ortalamalarıyla sezonu kapattı. Kendisini önümüzdeki sezon BBL takımlarından birinde izleme olasılığımız oldukça yüksek.

3. Dwayne Curtis (Beykoz)
Beykoz’un ABD’li oyuncusu Dwayne Curtis sezonu 20.1 sayı, 11.4 ribaund ortalamalarıyla tamamlarken, birçok maçta takımına tek başına maç kazandıran oyuncu olmayı başardı. Pivot için uzun sayılmayacak bir boya (2.03cm) sahip olmasına rağmen pota altındaki mücadeleci karakteri ve hücumda oldukça yüzdeli (%66.1) oynaması, onun diğer uzunlara karşı üstünlük kurmasına yetiyordu.

4. Callistus Eziukwu (Uşak Belediye)
Takımı Uşak Belediye gibi lige çok iyi bir giriş yapan ve özellikle sezonun ilk yarısında olağanüstü bir performans sergileyen Nijerya’lı oyuncu Callistus Eziukwu, son haftalarda bir düşüş yaşasa da yine de sezonun en iyi yabancılarından biri olmayı başardı. 3.2 ortalamasıyla normal sezonu “Blok Kralı” olarak tamamlamayı başaran Eziukwu 2 kez bir maçta 8 blok yaparak bu alanda da sezon rekorlarına imza attı. Bunun yanında yakaladığı 18.1 sayı, 10.8 ribaund ortalamaları da onun pota altında ne kadar etkili olduğunu anlatmaya yetiyor zaten.

5. Marquise Gray (Gelişim Koleji)
Gelişim Koleji’nin ABD’li oyuncusu Marquise Gray sergilediği performansla birçok maçta takımının en iyisi olurken, takımının ligi 5. sırada bitirerek play-off’a girmesinde başrol oynadı. Normal sezonu 16.6 sayı, 10 ribaund ortalamaları ile bitiren Gray, play-off’ta da takımının en önemli kozu olacak.
Hazırlayan: Çetin KUZU